16 Nisan 2011 Cumartesi

TAŞINDIIMM!!:)))

Blogspot'un Türkiye'de erişime engellenmesi sebebiyle,dns ayarlarını yapmamış kullanıcıların erişememeleri sebebiyle TAŞINDIMM:)


Yeni bloguma www.meliseryilmaz.com dan ulaşabilirsiniz.

Svg & Syg.

17 Mart 2011 Perşembe

Zenginlik İçinde En Fakir Biziz Belki De..?

Günlerden bir gün, zengin bir baba, oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı; insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir günlerini geçirdiler. Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu:
—İnsanların, ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü oğlum?
— Evet, dedi oğlu.
—N...e öğrendin peki?
—Şunu gördüm baba: Bizim evde bir köpeğimiz var; onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var; onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var; onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar; onlarsa bütün bir ufku görüyorlar.
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi:
— Teşekkür ederim baba; ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için.

**Alıntıdır.

15 Mart 2011 Salı

Blogspot Açılır,Ben Kürkçü Dükkanıma Geri Dönerim..

Hem sınavların yakınlaşması hem de hazırlamakta olduğumuz konferans tarihinin gün be gün yakınlaşması
garip bir ruh haline soktu beni..

Bu sebeple çok zamanım olmamakla beraber,hem ders çalışmayı hem de yapılması gerekenleri gün içerisindeki 20 saate sıkıştırabilme
çabalarım son gaz sürmekte.

Bununla beraber wordpress'in paratuzağı blog desteği de canımı sıkmış bulunuyor.Ki blogspot'un tekrar kullanıma sunulması kürkçü dükkanına geri dönme isteğime baskı yapıyor..

Aslında wordpress'imi daha farklı bir platform haline getirme gibi bir düşüncem de var.Yani blog olarak bundan böyle blogspot adresimi kullanmaya devam edeceğim.

Melis'in Bloguna buradan ulaşabilirsiniz.

2 Mart 2011 Çarşamba

Blogger'a Sansürleyenlere Bir Ölçek Makat;)

içim sıkılıyor blogum!seni de kısııtladılar zaten.Digiturk utansın bence!Türkiye'nin nedir bu çektiği
interaktif özgürlük kısıtından?!..

Seni şuan okuyabilen arkadaşlar ya buzz'dan takip ediyor,yada makat programını kurmuş olmamlılar bilgisayarlarına.Ne kadar hazin dimi blogcum?Google suçlu diyenler utansın.

Bilgiye susayıp , bloglara giremeyenleri görüp de utansın o DİGİTURK!

Hiiç keyfim yok be blogcum.Abim sürpriz yapar da gelir diye bekliyorum yok gelmiyor be blogcum.
Cepte metelikler çıtçıt bile etmiyor be blogcum.İçim sıkıntıda blogcum.İçim sıkıntıda..

Al bu şarkıda benden olsun.




P.S:ne değişik bir hint şarkısı değil mi ?

28 Şubat 2011 Pazartesi

Mezura Nedir Bilir Misin Türk Genci?

Kökeni ingilizceden geliveren o güzel cümle bugün ki paylaşımım "mezura":)Bi ikidir dilime dolanıyor.Bugün de fazlaca geyiğini çevirince dedim ki günün anlam ve önemini kazanmayı hakettin mezura.Sana olsun bu yazım.

Efendim bu avrupai cümlemizin tanımı; bir buçuk metre uzunluğundaki şerit metredir aslında.Bir tarafı derimsi,öbür yanı ise güderimsi olan bu şık cümleli klas metre genellikle dikiş mikiş işlerinde kullanıla gelmiştir.

Terzi olan teyzemden aşina olduğum,bu güzel şeritcik şimdilerde İsveçli ev gereçleri zincirleri olan IKEA'da tahta kalemlerle birlikte, kağıda basılmış şekilde ,tüketiciye ücretsiz sunulmaktadır.

Tabii ki birde fit olma esasına dayanan o güzide göbek etrafı fotoğrafları ile de günümüzde aşinayız bu güzel cisme:)

Yer tutmama gibi bir başka şıklığı da beraberinde getiren bu cici edevatın ismi aslında measure'dan(ingilizce)ileri geliyor.Lakin mezuranın en ünlü üreticisi batı Almanya'da üretilen hoechstmass imiş bu da gereksiz bilgi haznemize küpe olsun.

Bi mezuro(Pınarım böyle diyor da:)) neler yazdırdı yahu:)

Haydi hayırlı günler, keyifli haftalar,gündüz gibi geceler olsun:)

27 Şubat 2011 Pazar

Seni Sana Terk Ediyorum..?!

Artık iyiden iyiye ironik şeylere tesadüf eder oldum.Bu yazılarımı okuyanlar aşk acısı mı çekiyor acaba sorusunu akıllarından geçirebilirler.Ama herşey kesinlikle tesadüf eseri oluyor.(ki öle aşk meşk işlerine fuzuli gözüyle bakıyorum:))

İncir reçelini izlemem,sezai paracıklıoğlunun albümünü edinmem,aniden ne olduğunu anlamadan sarhoş olmam,asla ayak basmayacağım bir barda kahve içirilmiş olmam,ve nette dolaşırken karşılaştığım ironik şiirler..

İşte olaylarımın hazin zinciri bu şekilde ilerliyor.Bugün de rastladığım bir şiir bu yazıyı yazmama sebep oldu. "seni sana terk ediyorum" diyor şiirde..Nasıl yani??!

geceler telaşla koşuyordu gölgeme
bir gece kuşu daha uçuyordu avuçlarından
yırtıyordu gecenin karanlığını baykuş sesleri
arz inliyordu yıldızların aksine
en sade suretini koyup çıkınıma /sırtıma atıp
seni sana terk ediyorum...

bozkırın koynunda deli dolu at süren ben
dökülen eylüllere soktum gökyüzünün maviliğini
ayın dolmuş haliydi son durağım
içimdeki trenler çoktan devrildi, vagonlar darmadağın
çatlamış dudağımı şiirlerle ıslatıp
seni sana terk ediyorum...

kanıyor ayak uçlarım dilime inat
kaçırıyorum bakışlarımı alev küresinden
bıçaklar kaygan zeminlerde bilenirken
geceye sızan birkaç damla kan
gözlerimden yüreğime sessizce akan
en şiddetli zehri acılarıma katıp
seni sana terk ediyorum...

kaldırım taşlarında uyuttuğum düşleri
bir atımlık barut kokan sabrımı
gün görmemiş hayâllerime vuruyorum
tütsüye mahkûm petekten oğul almak
zırdeli şafaklara ağlamak
bana mı düştü yar
sabahla gidiyorum, balımı peteklere satıp
seni sana terk ediyorum...

kaç kalibreydi boynumdan vurduğun söz
sahi ceylanlar neden hep boynundan vurulur
gölgem kan kaybından ölmekte
kırılan bir kalemin hesabı mı sorulur
sevdam yüreğimde musallaya yatıp
seni sana terk ediyorum...

Turhan Toy

Keyifli Haftalar.




26 Şubat 2011 Cumartesi

"İncir Reçeli"ne Mayhoş Kaldı İçim..

İncir reçeli,

Evet aşk tesadüfleri severle aynı dönemde çıkması onun için çok da güzel bir tesadüf olmadı maalesef.Ve sanıyorum tanıtımlarının da zayıf olması filmin çok sükse getirmemesinde etkiliydi.

Geçen gün hadi dedik "incir reçeli"ne gidelim.Son matine.Kimseler yok gibi.En fazla 10 kişiyiz..

Film aslında bilindik aşk hikayesi fakat biraz daha farklılaştırılmış bir pencere.

İki sevgili sevişmeden neler yapabilirin aslında kayda alınmış haliydi.

Rakı sofrasında hoş bir muhabbet,sevginin ve anıların postitlerle kaydı,sahil kenarında bir gezinti..

Güzeldi.Bence aşk tesadüfleri severden daha şevkat doluydu ve daha ironikti.

BiBirde Halil Sezai Paracıkoğlu en güzel şarkısını o demde söylemesi fazla bütünleşikti sahneyle..Harikaydı..İstedim ki rakımı alayım çalayım bir Duman..

Buyrun siz de dinleyin..Ve mutlaka bu filme gidin..

25 Şubat 2011 Cuma

Nil'in Kelebekleri

Bazı insanlar vardır,cümleleri,tavırları,hayata bakış açıları bizde yaşam sevincini doğurur.Kelebekler sadece aşık
olunca kanat çırpmaz ya,böyle insanlarla da içimizde sevinç patlaması yaşayabiliriz.

Nil Karaibrahimgil.Şarkılarına bayılırım.Ne kadar ti ye alınacak şey varsa hepsini güldüre güldüre dinletir.Dinlerken
dudaklarımdaki salakça gülümsemeyi çekemem geri:)

Sosyal medya saolsun,sevdiğimiz kişilerin fikir ve düşüncelerine de bir adım daha yakınız artık.Ki bence Facebook'u solda bırakacak kadar eğlenceli bir ağ "Twitter."

İşte bu mavi kuş sayesinde ben de Nil'i takip ediyorum,mavi kuşum doğdu doğalı.Ve bu sayede bugün Nil'in yeni kitap'ını
twittlemesiyle hemen google'a soruverdim;"Nil'in kelebekleri"

Doğan Kitap'ın raflarını süsleyen bu kitap'ın hakkında kısmı ise şöyle;

İçimi açsan nar, ama yerim dar…

“Kadınlar çok seyrek olarak söylediklerini kastederler.

Asıl demek istediklerini bulmak için, sakın ‘ne demek istiyorsun’ diye sormayın. Bu soru sizi, kastedilmeyecek başka bir cümleye yönlendirir ve aslolandan gitgide uzaklaşmanıza sebep olur. Bu sebeple sonuç ilişkisi kurulmaz.

Mesela sık kullanılan bir cümleyi ele alalım: ‘Yalnız kalmak istiyorum.’ Cümlenin öznesi ‘ben’, burada ‘sen’ manasında kullanılmış. ‘İstiyorum’ olumlu gibi dursa da olumsuz,yani asıl kökü ‘istemiyorum’. Buraya kadar cümlemiz ‘Sen yalnız kalmak istemiyorum.’

Böyle bir cümleye pek rastlanmadığından, yuvarlamamız gerekir. Yuvarlarsak aslolan cümleye varırız: Sen yalnız kalmamı isteme!’

Bu cümleyi canlandırabilecek erkek yok denecek kadar azdır. Kadın yalnız kalmak istemiyor, bu kesin. Fakat bu yeterli değil.

Onun yalnız kalmasını istememelisiniz.

Ayrıca kadını bu raddeye getirmeyin. Kadınlar yalnız kalmayı asla istemez. Şayet kendilerini
yalnız hissederlerse, pıt diye doğuruverirler. Elde var iki olurlar. Bir suyla şaka olmaz, bir de kadınlarla...”

****

Hani ruhumuza daral gelen dönemler olur.Enginlere sığmaz taşarız!İşte o anlardan
bir nebze kurtulmak için güzel bir tercih olabilir diye düşünüyorum..

Bunun gibi bir tavsiyem daha var;

Hande Altaylı-Maraz..

Günlük bir dille yazılmış,içime azıcık taze hava doldurabilecek,sıkkın dönem kitaplarımdandır..

Bir de Nil'i deneyelim o zaman:)

Nil Başarılar..:)

21 Şubat 2011 Pazartesi

Elektronik Dil ve Burun,Tablet Çay ve Daha Fazlası..

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin yayın organı Ekonomi Forum dergisinde TÜBİTAK Marmara Araştırmalar Merkezi tarafından üretilen 30 yeni ürün tüketiciye tanıtılmış geçtiğimiz günlerde.

Bazı fikirler ,özellikle başlıkta yazmış olduklarım,şapka çıkarılacak cinsten..

Enstitü Müdürü konuyla alakalı,sunulan fikirlerin başka cin fikirli kemiriciler tarafından kullanılmaması için sözleşme
imzalattıklarını dile getirmiş.Yani bir anlamda telifi verilmekte.

Daha da güzeli girişimcilerin talep ettikleri ücretin,kar amacı gütmeden,sadece projeyi üretirken kullanılan malzemelerin
ücretini talep ediyorlarmış.Tabii buradan da anlayacağımız üzere projeler daha çok maddi tüketim ürünleri ağırlıklı..

Peki ne bunlar? İşte buyurun;

Elektronik Burun Ve Dil

Akustik dalgalarla her türlü kokuyu algılayabilen, sıcaklığı ve gaz kaçağını tespit eden elektronik burun ile herhangi
bir sıvının içine daldırıldığında sıvının özelliklerini anında çıkarabilen farklı bir ürün.

Gıdaya Yönelik Ürünler

  • Tablet Çay: Türkiye’de çok tüketilen çayın çabuk hazırlanarak sunulmasını sağlayan bir ürün. Üretim çay ekstraktının kurutularak toz halinegetirilmesi şeklinde yapılıyor. Elde edilen toz, toz olarak veya tablet halinde ambalajlanarak tüketime sunulabiyor.

  • Kayısı Helvası ve Ezmesi: Dünya piyasasındaki kuru kayısıların büyük bir kısmı Türkiye’de üretiliyor. Aynı zamanda iç piyasada da her yılbüyük miktarda kurutulmuş kayısı tüketiliyor. Ana maddesi kayısı ve tüketimi çok pratik olan ürün, kalitesini kanıtlamış Türk kayısısından üretildiği için ihraç şansı oldukça yüksek.

  • Gül Şarabı: Gül şarabı yumuşaklığı ve hafifliği ile piyasada oldukça talep görecek bir ürün. Dünyada gül şarabı üretimi yapılmıyor.

  • Nar Şarabı: Merkezde üretilen nar şarabının piyasadaki diğer şaraplara göre daha cazip bir rengi ve kokusu var. Piyasada bulunan nar şarapları daha çok likör tazında üretiliyor.

  • Fındık Likörü: Dünyada sadece İspanya’da az miktarda üretiliyor. Türkiye’nin fındık kapasite fazlası bulunuyor. İhraç şansı çok yüksek.
  • Kızartmalık Yağ: Kızartmalarda kullanılan yağlar yüksek sıcaklıkta kolay okside oluyor. Ancak yeni geliştirilen bu yağ okside olmuyor ve defalarca kullanılabiliyor.
  • Shortening Yağlar: Shortening tipi yağlar, ağırlıklı olarak kek, pasta, kurabiye ve diğer unlu mamüllerinin kalitesini geliştirmek için kullanılıyor.
  • Margarin: Yağ tüketiminde önemli bir yeri olan margarin, kalp-damar hastalıklarına neden olabiliyor. Sağlıklı beslenme açısından önemli olan yağ asidi içermeyen margarin üretiliyor.
  • İhracat için Zeytin: Türkiye’de zeytin klasik yöntemler kullanılırak, 9-10 ayda tüketime hazır hale getiriliyor. Ancak yeni bir yöntemle, düzgün yüzeyli,acılığı giderilmiş, az tuzlu ve sağlam dokulu, raf ömrü uzun zeytinler üretiliyor.
  • Dayanıklı Yemekler: Türk Silahlı Kuvvetler için geliştirilen ve ambalajında bozulmadan 2 yıl kalabilen yemekler ve ekmekler de pazarlanmaya hazır ürünler arasında.
  • Enerji Barları: Doğal afetler gibi acil durumlar için insanların beslenmesine yönelik geliştiriliyor.
  • Fonksiyonel Gıda: Enerji veren, hastalıklardan koruyan gıdalara fonksiyonel gıdalar adı veriliyor.
Not:Fotoğraf adresten alıntıdır.

Abraham Maslow'un Teorisi

Geçenlerde muhabbet içerisinde nükseden bir mevzuu olmuştu.

Ben insanların var olan standartlarını bir üst düzeye taşımak için para kazandıklarını savunan biriyimdir.Yani şuan var olan durumunda bir sahip olduklarım vardır,bir de sahip olmak istediklerim.
Maddi materyaller olarak sınırlandırılmadığında maneviyatı da bu fikre harman edersem, savunduğum teori aslında 1943 yılında ABD'li psikolog "Abraham Maslow" un ortaya attığı ve sonrasında geliştirilmiş olan bir insan psikolojisiymiş.

Kimi insanların iddiasına göre;para birşeyleri iyi kötü götürmek adına edinilen somuta değildir bence.Ki bu şekilde düşünen insanların hayat idealarını yitirmiş yada hiç edinmemiş oldukları fikrimdeyim.

Maslow kişilik kategorilerinin kendi içinde bir dizilim oluşturduğunu ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişmedüzeyinin karşılık geldiğini ortaya atmıştır.

Gereksinimleri;

  • Fizyolojik gereksinimler
  • Güvenlik gereksinimi
  • Ait olma gereksinimi
  • Sevgi,sevecenlik gereksinimi
  • Saygınlık gereksinimi
  • Kendini gerçekleştirme gereksinimi
şeklinde bir sıralamaya dizmiş.

İçinde varolduğumuz gereksinim kategorisini tamamladığımızda bir üst kategoriye geçiş açlığının uyanmasını sıralayarak örneklemiş.

Peki bunu bireyden kitleye vurursak,ülkemiz insanı hangi gereksenim tanımıyla bütünleşiyor?

Bence maslow'un ,bence, en mühim gereksinimi olan güvenlik gereksiniminde bütünleşiyoruz biz toplum olarak.

İnanç gereksinimi.Yargı bunca müdahaleye tutukken,paşalar bir anda gözaltına alınabiliyorken,
hakkını savunan insanlara acımasızca tekme atan polise karşı yine de hakkını savunan kişi suçlu çıkıyorken, bizim en büyük gereksinimimiz nasıl doyurulabilir?

Ülkeler arası tanınabilirlik,saygınlık,otorite kavramlarına dayanan,saygınlık gereksinimine,bu güven fakirliğinde nasıl acıkabiliriz?

Peki tüm bunlara rağmen sandık da isteklerimizi dile getirebileğine inandığımız kişileri bir torba
kömüre feragat ediyorken biz nasıl çıkabiliriz bu kargaşadan?

20 Şubat 2011 Pazar

Eskişehir'deki Gece Hayatından Bir İzlenim

Aslında gayet keyifli bir haftasonunu ardımda bırakarak başlıyorum yeni haftama.Okul başlangıcı stresini ise Neslihan'la
atmaya çalıştık bu hafta sonu..

Eskişehir'in gece hayatı birçoklarının da bildiği üzere hızlıdır, güzeldir,alternatifi boldur..Gece hayatında boy gösteren bir kaç kişisini de Türkçe müziğe katmakta ehlidir şehrimiz.(bkz:tan,piiz,neslihan vs..)

Neslihan Demirtaş, Eskişehir'deki cumartesi gecelerinin mihenk taşı olma yolunda..Ağırlıklı görüş olarak çakma Sezen Aksu olarak nitelendirilmeye layık görülen ve her hafta Cumartesi gecelerini renklendiren Neslihan'a biz de bu haftasonu gitme kararı aldık.Tabii bu kararımızı yüksek ölçüde etkileyen Kemal'e de teşekkürü bir borç bilirim:)

Peki nasıl bir geceydi?

Öncelikle 222Park'taki rezervasyonlar gece 12 de düşüyormuş ve rezervemizi yapan arkadaş bize bunu söylemedi.Bu sebeple 222Park'ın rezerve bilgilendirmesi yüzünden gecemize buruk başladık.Neyse ki hemen bir yer ayarlanarak telafisine gidildi..

Gecede;meyveli özel localar kişi başı 70 tl,öğrenci 20 tl,normal 25 tl idi.(Bir içecek dahil)

Saat tam 12 buçukta(tam dendiği saatte) sahne aldı Neslihan ve ekibi.Sertab Erener,Sezen Aksu ağırlıklı repertuardaki şarkılar tadında ve güzel seçimlerdi.Şahsen ben gecede tüm kurtlarımı döktüm:)Ve ayrıca sabah 4'e kadar süren programda ekip hiç ara vermeden çaldı.Bu anlamda da takdir ettik..(gecede 3-4 kez ara veren piizden sonra şaşırdık doğrusu..!)

Gecenin ilerleyen saatlerinde artık buram buram bunalım kokan şarkılarla vedaya yüz tutan ekip özde bizi eğlendir doğrusu.

Bazen internette gezerken rastlıyorum Eskişehir'de nerede canlı müziğe gidilir diye yazılıyor twitter'da yada forumlarda..

Cumartesi gecesi ise Neslihan Demirtaş tercih edilebilir bence..

Keyifli haftalar..:)

16 Şubat 2011 Çarşamba

Yeni Pasaportlar Kullanıma Sunulmuş!!

Pasaportlar eskiden kırmızı,yeşil ve lacivert idi.Sonra bi gri pasaport oldu.Ardından da pasaportlara chip diye nitelendirilen,check-in ve kontrollerde girekt barkod okuma sistemiyle pasaport bilgilerini bilgisayara okuyan bir sistem geliştirildi.

Ben de sevgili annem sayesinde yeşil pasaportlu bir vatandaşım.Lakin pasaport sürem 2011 e kadar olduğundan chip li pasaport a geçme ihtiyacı hissetmedim.Nasılsa 2011 de yenileyeceğim mantığıyla.Ki bunun utancını en son Rusya'da psaportumu uzatınca yadırgayan bakışlarıyla beni
yerin dibine sokan pasaport görevlisi sayesinde yaşamıştım.:)Ama olsundu.:)

Bugün gazetede okuduğum habere göre 1 Haziran 2010 da e-pasaportlar kullanıma sunulmuş, e-pasaport'a geçiş için randevular da başlatılmış.Hadi hayırlı olsun.:)

Öte yandan geçerli süreye sahip olan eski tip pasaportlar 24 Kasım 2015 e kadar kullanılabilecekmiş.

Umarım ben pasaportumu yenileyene kadar bi tip pasaport daha kullanıma sunmaz sevgili Dış İşleri Bakanlığımız:)

E pasaportla ilgili detaylı bilgiye de buradan ulaşabilirsiniz.

15 Şubat 2011 Salı

Aşk Tesadüfleri Sever

Aslında farklı bir konu hakkında yazmak fikrindeydim.Neyleyim ki ertelemeye karar verdim.Çünkü bazen kesin ve net
şeylere değinebilmek için beklemek ve zamana zaman tanımak gereklidir.Gelecek dönemde yazacağım bugünü:)

"aşk tesadüfleri sever" e gittik bugün.Biraz yorumlamak istiyorum.

Her abartılan konuda olduğu gibi bence öyle ay öldüm bittim mahvoldum mühişti süperdi durumu yoktu..Ama gerçekten güzeldi.Değinmek istediğim,medyada bahsedilen kadar abartılı yorumlar beklentiyi daha yüksek kılıyor..Az biraz yeşilçam kokusu vardı gibi.

Neden bilmiyorum Berçim Hanım'ın ilk sahnelerinde gözlerim,gariptir ama,Melis Birkan'ı aradı.Sanki o role yakışırmış gibi geldi yada Issız Adam'daki performansından böyle bir fikir aydınlandı bende,bilemedim.

Berçim Bilgin(Erdoğan) gerçekten benim beklemediğim bir performans göstermiş,hakkını vermemiz gerekir iyiydi..Gayet yerinde,gayet rolün hissini
seyirciye okutan cinsten.Beğendim..

Berçin Hanım'la ilgili küçük bir anektot paylaşayım;Berçin Hanım bale yapıyormuş.Fakat birgün bale yaparken sakatlanıyor.Sonrasında bu sevdadan vazgeçmek zorunda kalarak,tiyatro ve oyunculuğa yöneliyor.Akabinde de Yılmaz Erdoğan'la tanışıyor.Ve mutlu son:) Ne kadar benzerimsi filmle değil mi:)(spoiler koreliyedir:)

Filme gelirsek,edebiyatta telmih olarak nitelendirilen durum,sinemada ne olarak niteleniyor bilemiyorum lakin,tadındaydı.

Film insanın hücrelerine dek aşkı işliyor gel gelelim ben inanmıyorum bu gibi aşklara vs.Bu yüzden ben filmi çok iç çekerek nerrdeee diye iç geçirerek izledim.Ve film sonunda ağla ağla bir hal oldum.

Bir de boğaza nazır rakı faslı vardı ki,içim gitti desem yeridir..:)

Aslında gerçekte olsa ya böyle sevgiler.Böyle sözde soyut(anlatılamaz),ruh da somut sevdalar..Ama devrin kasap kalplerinde çoktaan yitirilmiş bence bu duygular.

Hatta filmden çıktığımızda bizimkiler filmde entrika olmamasından yakındılar.O kadar içimize işlemiş ki yalan,dolan,palavra..

Riya ya gerek yok halbuki,velevki mutluluk batıyor insan oğluna..

Bize de güzel bir tesadüf denk gelir inşallah diyelim.. :)

14 Şubat 2011 Pazartesi

"Aşk"


14 Şubat için özel bir yazı olsun istedim.Ve Bukowski'ye sözü devrediyorum..Sevgi(li)ler günümüz kutlu olsun:)

Tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak…Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin… Sokağa fırlayacaksın…Sokaklar da dar gelecek…Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi… Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü…Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan …da kaybolacak kadar küçüleceksin.. Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan…”Önemli olan sağlık.”

“Yaşamak güzel.” “Boş ver, her şey unutulur.”Sen hiçbirini duymayacaksın… Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin… Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin…

Hep ondan bahsetmek isteyeceksin…”Ölüme çare bulundu” ya da “Yarın kıyamet kopacakmış” deselerbaşını kaldırıp Ne dedin?” diye sormayacaksın…Yalnız kalmak isteyeceksin…Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak… İkisi de yetmeyecek…

Geçmişi düşüneceksin…Neredeyse dakika dakika…Ama kötüleri atlayarak…Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin… Gittiğin yerlere gitmek… Bu sana hiç iyi gelmeyecek…Ama bile bile yapacaksın… Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın… Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin… Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin….Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin… Herkesi ona benzetip…Kimseyi onun yerine koyamayacaksın…Hiçbir şey oyalamayacak seni…İlaçlara sığınacaksın… Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan.Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren… Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek…

Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin…Uyumak zor, uyanmak kolay olacak… Sabahı iple çekeceksin…Bazen de “Hiç güneş doğmasa” diyeceksin…Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler… Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin…Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin.

Nafile…Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin… Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin… Telefonun çalmasını bekleyeceksin… Aramayacağını bile bile…Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek…Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla… Yüreğin burkulacak…Canın yanacak…Bir daha sevmemeye yemin edeceksin… Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden…Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın…

Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret edeceksin… Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin…Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek… Ama bir umut…Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu…Bu umut seni gitmekten alıkoyacak… Gel gitler içinde yaşayacaksın…Buna yaşamak denirse…

Razı mısın bütün bunlara? Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye? O halde aşık olabilirsin …

Charles Bukowski



13 Şubat 2011 Pazar

"Komşu Fırın" Zincirleri Kime Ait Biliyor Musunuz !!!??

Yine gelen bir maili paylaşıyorum.Gerçekten yuh be dedirtecek cinsten!Mail şöyle;

Bir süredir dikkatimi çeken bir PastaneFırın zinciri oluştu: Komşufırın.

Dikkat çekmemesi imkansızdı çünkü çok merkezi yerlerdeki çok ünlü
markalar kapanıyor ve yerlerine birer birer Komşufırın açılıyordu.

Bağdat Caddesinde Suadiye'deki TGI Fridays'i herkes bilir. Dünyanın en
büyük Franchise Zincirlerinden. Ve uzun yıllardır muazzam da iş
yapan bir mekan iken birden kapandı ve yerine Komşufırın açıldı.
Güzeldi tabii ilk bakışta yabancı bir zincir yerine yerli malının açılması. Ama
bu kadar kısa sürede , bu kadar çok yerde ve bu kadar önemli markaların yerine nasıl açabiliyorlardı? Kimdi sahibi ?

Bunları merak ederken ben ,birden Ataşehir'deki YKB de kapandı,tadilata girdi ve yerine yine Komşıfırın açıldı.Kapanan bu yer Yapı Kredi Bankası, tekrar ediyorum. Batan veya el değiştiren bir banka değil !!!

Biraz araştırdım ve kime ait olduğunu öğrendim.

Aradan bir kaç gün geçtikten sonra bir Komşufırın'ın önünden sabahleyin geçiyordum. İçeriden güzel kokular geliyordu. Tam ben oradayken içeriden 25-27 yaşlarında,muhtemelen yeni evli bir çift çıktı.

- Günaydın dedim Onlara . Cocuk da:

- Günaydın dedi bana.

Ardından,
-Nasıl? güzel kokuyor içerisi, poğaçalar güzel mi? diye sordum.

Çocuk - Biz de ilk kez geldik dedi.

Aralık vermeden,

-Kimin burası biliyormusunuz ? diye sordum

Her ikisi de başlarını iki yana salladılar bilmedikleri için.

Ama çocuk hafif tereddütle ,

-Siz biliyorsunuz galiba dedi.

-Evet dedim ve kime ait olduğunu söyledim.

Kız şaşkınlıktan elindeki paketi yere düşürdü. Çocuk da eğilip aldı.

Ve aynı anda Onlar da bana, ben de Onlara teşekkür ettim .

Siz de bilmek istermisiniz kime ait olduğunu ?

Emine Erdoğan.

Teşekkürler Emine hanım Türkiye'ye bu katkınız için. Çok iyi bir
zincir kurmuşsunuz. Allah arttırsın!!!

Not:Buradan da tartışılmış konuya ulaşılabilir.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Mabel ve Kumral Ada Mavi Tuna :)

Roman tercihimde,yabancı bir roman yerine yerli romanları ve yazarları daha çok tercih ederim.Neden bilmem ama
bildiğim ülkenin,ayşe fatmasını bildiğim,bilmesem bile hayal edebileceğim sokaklarda gezdirmek keyif verir bana.Hele
ki o Ayten'le Kamil'i,içinde kendimi çılgınlık seviyesinde mutlu hissettiğim İstanbul'umun sokaklarında gezdirmenin keyfine hiç doyamam.

İşte böyle bir romandı Buket Uzuner'in "Kumral Ada Mavi Tuna"sı.Bizdendi.Kuzguncuk'ta yaşayan üç çocuğun hayatı
üzerinde yoğunlaşmış olarak anlatılan hikayede, bir erkeğin iç savaşı inanılmaz etkileyici ve duru bir tamlamada seriliyordu önümüze.Bir tarafı dostluk,öbür yanı sevda olan aslında birçoğumuzun bildiği o üçüncü tekil kişiyi de tekelinde
barındırıyordu.

Mabel;bu romanı okuyan herkes bilir Mabel'i.Ve tabii o enfes tattaki çikolatayı.

Bugün Karaköy'den Galata'ya çıkarken ben, Mabeel Mabeel diye söylenince giriverdik dükkana. Hemen bi torba çikolatamızı aldık.Oradaki amca beyle konuştum az biraz.Acaba Mabel'in başka bir manası/hikayesi var mı diye.Yokmuş.Sadece Fransızca "güzelim" demek olan bu kelime, alçakgönüllü bir tabirle süslüyor o leziz çikolataları..

Bilmiyorum denediniz mi,ama şayet denemediyseniz mutlaka rastgeldiğiniz bir gün Mabel'in çikolatalarını deneyin derim.

İşte bir Mabel çikolatası bu romanı tekrar canlandırdı aklımda.Ve bu dizeleri yazmak istedim.
Buruk bir tebessüm kıvrılıyor dudaklarımda yazarken bile.Okunası yazardır Uzuner.Sadece paylaşmak istedim.. :)


10 Şubat 2011 Perşembe

Siz Öğretmenine Kızıp Holding Açan Biriyle Tanış Oldunuz Mu?

Herkesin kesinlikle bildiği marka, hatta bir çoğumuzun duvarlarını neşelendiren boya markası Polisan'ın enteresan kuruluş hikayesini sizinle paylaşmak istedim.(Milliyet gazetesi'nden alıntıdır.)

İstanbul'da öğretmeniyle tartıştıktan sonra okulu bırakarak ticarete atılan Necmettin Bitlis'in 1986 yılında kurduğu Polisan Boya Sanayi ve Ticaret A.Ş...

Bitlis, Malatya'da 8 yaşındayken okul çıkışlarında babasının kumaş dükkanında giden Necmettin Bey, bu sayede ticareti ve alışverişi erken yaşlarda öğrendiğini söylüyor. 1942 yılında ise Malatya'dan İstanbul'a göç ettiklerini ve babasının da kumaş dükkanını Sultanhamamı'na taşıdığını dile getiren Bitlis, lisede okurken bir öğretmeniyle tartışması üzerine 10. sınıfta okulu bırakarak tamamen ticarete atıldığını anlatıyor.

Ancak ticaretin de belli bir süre sonra kendisini tatmin etmediğini, farklı işler yapmak, bir şeyler üretmek istediğini vurgulayan Bitlis, şöyle devam etti: "Bu düşünceyle babama, Marshall yardımlarından faydalanarak bir üretim tesisi kurma fikrini açtım. Babam da 'Hayır oğlum, biz tüccarız, alırız satarız, sanayicilik bizim işimiz değil' diyerek teklifimi geri çevirdi.

Ben ise her zaman işin imalat ve üretim tarafına hevesliydim. İplik alıp, Yeşildirek, Topkapı, Sağmalcılar'da dağınık dokuma tezgahlarında dokutmaya, dokumaları fabrikalarda boyatmaya ve dükkanımızda satmaya başladım. Daha ucuza mal ettiğim için kar marjını yükseltmeyi sağlamıştım."

Bitlis, 1955 yılında Zeytinburnu'nda içinde boyahanesi de bulunan eski bir kumaş fabrikasını 8 yıllığına kiralayarak iplik, dokuma ve boyama birimleriyle tekstil üretimine başladığını ve o dönemde 350 kişiyi istihdam ettiğini söyledi.

1961 yılında ise Kağıthane'de kapatılan bir mensucat fabrikasını satın alarak Türkiye'deki sayılı tekstil üreticileri arasına girmeyi başardıklarını dile getiren Bitlis, "Bir iş kolum daha olsun, yalnızca tekstilde değil, farklı alanlarda da faaliyet gösterelim" düşüncesiyle kimya mühendisi bir tanıdığı aracılığıyla İsraillilerle anlaşma yaptıklarını ve 1964 yılında tutkal üretmeye başladıklarını bildirdi. Necmettin Bitlis, sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye ihtiyacının yüzde 50 fazlası kapasitede bir tesis kurmak üzere Sınai Kalkınma Bankası'ndan kredi kullandık. Daha biz tesisi kurarken Türkiye'nin ihtiyacı birkaç katına çıktı. Tesisimize ek yatırımlar yaptık, daha sonra Almanlar ile ortak, ağaç sanayisinin kullandığı reçine imalatına başladık. Türkiye'de ilk kez, kağıt tutkalı tekstil apre malzemesi, boya hammaddesi olarak kullanılan emulsiyon reçinelerini, levha, kontrplak ve formikalarda kullanılan formaldehit reçinelerini Kağıthane üretim tesislerinde üretmeye başladık. Tekstilden kimyaya doğru bir geçiş yapmış olduk.

Fabrikanın iplik ve dokuma bölümlerini kaldırdık. Hammadde maliyetlerini azaltmak adına 1977 yılında Kağıthane'deki üre formaldehit üretim birimini Dilovası'ndaki tesislere yeni teknoloji ve 100 bin ton kapasiteye çıkararak taşıdık, hammadde taşınabilecek limanımızı inşa ettik ve süreç içinde üretimimize tamamen Dilovası'ndaki tesislerde devam ettik."

1986 yılında da Polisan Boya Sanayi ve Ticaret A.Ş'yi kurarak boya üretimine başladıklarını anlatan Bitlis, "Şu anda holding genelinde 1200 çalışanımız var. Bunun 750'si Polisan Boya'da istihdam edilmiş durumda" dedi. Bitlis, her şeyin hayal etmekle başladığını ve sektörde 3-4 büyük firma arasında yer edindiklerini belirterek, "Bu noktaya gelmeden önce, hayalini kurdum, sonra hayalimi kağıda aktardım ve bu günlere geldim. Şu anda Polisan Holding, liman işletmesi yanında, kimya, mensucat ve yapı sanayi sektörlerinde faaliyet gösteriyor" diye konuştu.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Uyku Tipinize Göre Kişilik Analizi..

Benim sürekli dert yandığım hazin mevzu olan uyku sorunum,farklı araştırmalara yöneltir oldu beni.

Dün gece yine sabahlara kadar evimizin asayişinden sorumlu gibi evde gezindim.

Ardından yorgunluğum ağır bastı yatağa uzandım.Sağa dön,sola dön,diğer yatağa yat..Yok yani ,uyku bu, ha deyince gelmiyor ki..:)

Aklıma şu geldi.Her insanın bi uyuma stili var.Sağ kolun üstüne,yüz üstü fln..Acaba bi anlamı var mıdır diyerek kalktım bilgisayarı açtım.Küçük bir araştırma sonunda gerçekten böyle bir konu olduğunu görünce şaşırdım.


Uyku üzerine araştırma ve analizler yapan uzmanlara göre, 6 ortak uyku pozisyonu ile farklı kişiliklerle ilişkiliymiş.

Fetus / cenin yatışı:
Cenin şeklinde yani anne karnındaymış gibi kıvrılarak yatmak, dışa dönük ancak duygusal, hassas bir kalbe sahip olduğunuzu gösteriyor. Bu tür kişiler birisiyle ilk buluşmalarında utangaç olabilir ancak kısa sürede rahatlarlar. Araştırmalarda 1000 kişiden % 41′i bu şekilde uyuduğu belirlenmiş. Kadınların erkeklerden 2 kat daha fazla bu poziyonda uyuduğu da tespit edilen diğer bir bulgu..

Kollar yanda dik yatış:
Çoğu kişi kollarını her iki tarafa sarkıtıp dik şekilde uyuyamaz. Bu şekilde uyuyunlar rahat, kalabalığa alışkın, yabancılara güvenen, sosyal insanlardır… Buna rağmen, bazen kolay aldanabilirler..

Yaşlı duruşunda yatış:
Her iki kolunu kıvırarak ellerini yastığın yanına veya omuz hizasına koyan kişiler doğal insanlardır. Şüpheci, kuşkucu, iyiliğe şüpheyle bakan özellikler taşıyabilirler. Düşünceleri nizde yardımcı olurlar. Genellikle ilgi odağı olmaktan hoşlanmazlar.

Sağlık açısından yüzü koyun yatmak sindirimi durduruyormuş, deniz yıldızı ve asker pozisyonlarında horlama ile sıkça karşılaşılıyormuş,bende konuda hem fikirim:),kötü uyunmasına neden olurmuş tabi yanda uyuyan vatandaşında uykusunu taciz eder bu kişiler:) Midenin baskılanmadığı, kolay nefes alınan düz bir yatış gece boyunca sağlıklıdır diyor yazıda..

Bana ilginç gelen son cümle de;insanların sadece % 5'i her gece farklı bir pozisyonda uyuduğunu belirtmişler.

Sanki labut!Her gece sağa yatılır mı,aynı yemek bile iki öğün çekilmiyor değil ki aynı şekilde uyumak..:)

7 Şubat 2011 Pazartesi

Şahane Buluş Kitap Player!

Playaway! Siz daha evvel duydunuz mu?Ben hiç duymamıştım.Ta ki sevgili abim bu
şahane şeyi gönderene dek.

Daha evvel bahsini yapmış olduğum Enis'in gönderdiği çantadan bir adet kumanda gibi birşey çıkmıştı.

Ben ne olduğunu kendisine sordum fakat,o ısrarla pil tak anlarsın dedi.Çok da ne olduğunu merak etmedim,bakarım bir ara diyerek koydum kenara.Bugün annem odama girince kumandamtrak :) alet annemin gözüne çarpmış olmalı.Sonrasında evde bulduğum pili annemin ısrarıyla bu zımbırtıya taktım.Ao!

Evet bu küçük zımbırtı bi kumandadan ziyade bir (ingilizce)sesli kitapmış.Herhangi kulaklıkları takıp bölüm(chapter)bölüm dinlenebiliniyor.

İngilizce olması bende neden Türkçesi de olmasın fikrini uyandırdı.

Aslında ülkemizde görme engelliler için çok güzel bir topluluk var zaten ;"Sesli Kitap Gönüllüleri".

Bu topluluk,seslendirdilen kitapları cd haline getirip buradan erişebileceğiniz sitede satışa sunmaktalar.Ama kaç kişinin bundan haberdar olduğu mechul.

Bundan dolayı hem daha kullanışlı hem de daha ilgi çekici olacaktır bence , Türkiye'de de kitapların bu şekilde audiobook haline getirilip,kitavevlerinde satışa sunulması.Böylece görme engelli vatandaşlarımız da güncel yayınların tadını çıkarabilirler.

Tabii sırf görme engelliler değil,kitabı okumak yerine dinlemek isteyen herkes için de güzel bir alternatif olacaktır.

Bir de Pinhani'nin işitme engellileri de ele alarak çektiği klibe yer verelim.Çok güzel olmuş değil mi?:)



6 Şubat 2011 Pazar

Oscar 2011 Adayı "127 Saat" Filmi

Aslında film maceram Altın Küre'11(Golden Globe Awards) ödülleriyle başladı.Sevgili ev arkadaşım Ayça sinemayla ciddi anlamda haşır neşir biri.Altın Kürenin olduğu gün de minik kokteyl tarzında beyaz ekran karşısına kurulduk ikimiz.

Ben film izlerken kesinlikle uyuyakalan film cahili biri,o sinema kolik,geleceğini kesinlikle sinema mutfağında geçirmeye niyet etmiş bir sinefan.Combo ikili iş başındaydı yani..

O günden beridir ki az biraz ilgimi çeker oldu filmler.En son Hande'min gelmesiyle iki gece durmadan film izledik.

Ve hepimizin cidden çok çok beğendiği 127 saat filmini blogumda da paylaşmak istedim.

Dağcı Aron Ralston'un başından geçen gerçek bir hikayeyi konu eden filmi izlerken resmen nutkumuz tutuldu.

2003 yılında ABD’de doğa aşığı ve dağ tırmanıcısı Aron Ralston’ın bir kaza sonucu 127 saat boyunca mahsur kaldığı yarıkta başından geçenlerin aktarıldığı filmde aslında bir dram vardı.Ama genel olarak dramların sıkıcılığındansıyrılarak aktarılan bu film gerçekten güzeldi.

Danny Boyle'nin başka filmini izlemedim bugüne dek.(ay ne garip değilmi:P)Lakin bundan sonra kesinlikle bir iki filmini daha izlemek istiyorum.

Imdb'de de 8.2 almış olan bu muhteşem yapıt aynı zamanda 2011 Oscar ödüllerine en iyi film
dalında aday,şiddetle tavsiye ediyorum.

Keyifli hafta sonları olması dileğimle..

4 Şubat 2011 Cuma

Ah Defne..İçimizi Öyle Bir Yaktın Ki..

Maalesef Defne Joy Foster'ı kaybettik.Ani haberle sarsılan Türkiye yine dayanamadı ikinci gününde başladı ahlak hokkabazlığına!Ee burası Türkiye herşeyin ardına iki yazılıp çizilmezse olmaz zaten..!

Bu yazı ve vıkvık olaylarında en sinir olduğum ikili twittlerimden de okunduğu üzere önce Esin Övet ve Hıncal Uluç.

Defne'nin vefat ettiğini öğrendiğimiz gece Saba Tümer Bu Gece programına Pascal Nouma,Jess ve Türkmax'daki bir programın sunucusu iki bayanı davet etmişti.Bu davetlilerden birinin adı da "Esin Övet" idi.Kendisi Defne "Yok Böyle Dans"ta
yarışırken kendini tutamayıp yazılarından birinde azıcık ucundan Defne'ye inceden yazıvermiş.Ve maalesef Defne vefat edince hazır Bu Gece'ye davet edilmişken günah çıkarayım olayına girdi.Kendisi resmen program boyunca kaleme aldıklarının günahını çıkardı durdu.Ve ben de dayanamayıp Saba'ya twitterdan mesajımı yolladım.Tepkimiz mi etkili oldu yoksa Esin hanım zaten içini dökmüşmüydü de daha az söze karışır bir tutum izledi bilemiyorum..

Bununla beraber ahlak irfanı "Hıncal Uluç" da o manasız çıkarımlarıyla verdi veriştirdi.Hani sanki kendisi dürüstlük doğruluk abidesi,tüm Türk halkı gençliğe Uluç'u örnek gösteriyor gibi!Ahkam kestiği o saçma sapan yazısını şayet merak ediyorsanız buyurup şuradan okuyabilirsiniz.Sizde çirkinliğin en acı halini okuyun!!Ben bu yazıya hakikaten çok üzüldüm..

Tabi ki bende savunmuyorum yeni tanıştığı birinin evine giden Defne'nin bu tutumunu.Ama sadece bu kısmı savunmuyorum.Ama bir noktadan çıkıp bi çuval incire de ... sürmek yakışmaz kimseye..

Bilemiyoruz ki belki de Defne fenalaştığı için Altan'ın oğlunun evine gitti.Neticede olayın tek şahidi Altan,o ne diyorsa inanmak zorundayız..Ki zaten 112'yi aramayıp kapı kapı doktor araması da pek garip olmuş..

Herşey bir yana geride kalan Can bebeği düşünerek atıp tutmalı herkes.

Allah günahlarını affetsin diyelim.Neticede Defne gerçekten bıcır bıcır,sevgi dolu ve iyi bir insandı.

Son sorum;bir yanlış tüm doğruları götürür mü??

31 Ocak 2011 Pazartesi

Nedir Bu Bookcrossing?

Aslında bizim açımızdan herşey bu mesajlaşmanın bedava olmasıyla vuku buldu bence..Önce 100 mesaj davasıyla başlayıp şuan benim hakim olduğum kadarıyla 11bin sms olayına dayanan sudan ucuz kampanyalar saolsun...

Tabi bi adam vardı canı sıkılan sloganıyla pohpohlandığını düşündüğüm iletiş/im-sizlik zincir mesajla zirvelere vurdu. Bu mesajı göndermezsen on yıl kötü talih peşini bırakmayacak.Sanki mesajı gönderince faturamı iyi talih ödeyecekmiş gibi..

Dünya'da ise mail zincirleri aynı paralelde hızla boy gösterdi.

Neyse devam edeyim;olay bu zincirlerle aldı gitti.Ama tabi her kötü şeyde kenarlara gizlenmiş bir güzellik olduğu gibi, bu çılgınlık da güzel şeylere gebe oldu.

Mesela bookcrossing:).Nedir bu?

Tüm dünyanın kitabı peşinde koşan bir site:)Mesela bir kitap aldınız kitabı bu siteden kayıt ediyorsunuz.Ve yine siteden temin edebileceğiniz yazıyı bu kitabın bir kenarına iliştiriyorsunuz.(Ki bence kendiniz yazarsanız daha güzel olur , ben böyle yapacağım en azından:))

Hayal edelim ki güzel bir günde sakin bir kafede kahve keyfi yaparken,kitabı okumaya dalıyorsunuz.Ve kitap öyle güzel ki bir de bakıyorsunuz kitabınız bitmiş.Bitirdiğiniz kitabı çantanıza koymak yerine masada bırakıp çıkıyorsunuz.Belki de içine bir not eklemek geçiyordur içinizden kim bilir..

O masaya gelen bir başka kişi bu kitabın sayfalarına şöyle bir göz atarken içindeki notu görüyor,içten bir gülümseme yayılmakla beraber(bu rastlantıdaki esas kızımız/oğlumuz dana değilse yayılır herhalde bir gülümseme:))kitabı alıp beraberinde götürüyor.

Kim bilir belki,kitabı bir otobüs durağında yada tren garında bitirir ve kitabımız bir başka şehirde okunmaya devam eder..

Peki biz bu kitap nerde,nasıl bilebiliriz.İşte bunu sitede kitabımızın takibi girildiği sürece takip edebiliyoruz.Yada okumak istediğiniz kitap en son nerede görülmüş yine siteden siz kontrol edebilirsiniz:) (bide "xoxo" yazsam tam olacak gossip girl dekiler gibi bir cümle oldu:D)

Bence hem çok eğlenceli hemde çok güzel bir fikir.

Son olarak mesleğim gereği eklemeliyim :P sitenin istatistiklerinden gördüğüm şu ki; Türkiye'deki paylaşım henüz çok kişiye ulaşamamış .Bununla beraber,en çok potansiyel
sırasıyla İngiltere,Amerika ve İspanya'da..(Eskişehir'de henüz 18 kişi:( )

En kısa zamanda tatil sonrası ilk fırsatta ben de bu uygulamaya dahil olacağım.Ve paylaşacağım tekrardan..

Daha fazlası için yukardaki link i kaçıranlara buradan buyrun diyorum.:)





30 Ocak 2011 Pazar

Poşet Çay Nasıl Keşfedildi?


Ben aslında çay içmeyi çok seven biri değildim taa ki Pınar'ımla tanışana kadar.Kendisi Resmen tiryaki.Elinde olsa çantasında demlik taşıyacak cinsten..:)Bu sebeple körle yatan şaşı kalkar hesabı ben de bir senedir çay tiryakisi oldum.

Hele ki akşam yemeğinden sonra mis gibi bir demleme çay bana direkt daire 8 i hatırlatıyor..Dün akşam yemek sonrası çay demledim.Nedense bir anda aklıma Rusya'da yediğimiz löp makarna sonrası içtiğimiz sallama çaylar geldi:) Erenlerin Türkiye'den getirdiği halis mulis türk çayı doğuş çayın sallama poşetleri..

Sonra da bir konferansta(ama hangi konferans hatırlamıyorum) dinlediğim poşet çayların meşhur olma hikayesi cereyan etti fikrimde.

Yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 100 yıl evvel Amerikalı bir tüccar promosyon olarak ipek kumaşların içersine biraz çay yaprağı koyup dağıtıyormuş.Tesadüf bu ya bu promosyonları alan tüketiciler ipek torbadaki çayı kullanmak yerine direkt poşeti sıcak suya atmışlar.Ve bu tesadüf ile poşet çay fikri kısa zamanda Amerika'da popüler olmuş.Ardından yaklaşık bir 50 yıl sonra İngilizler ancak benimsemişler bu fikri ve kullanışlılığı.Şuan ingilizlerin neredeyse tamamına
yakını poşet çay kullanıyorlar.Yani fazlasıyla benimsenmiş:)

Tabii canım ülkem ağzının tadını biliyor.Güzelim demleme çay varken sallama çaya hemen papuç bırakmayan Türkiye, sanırım 25 yıldır falan poşet çayı kabul etmiş.Aslında kabul de değil zor anlarda kolay oluyor diye hoşgörülü bakmaya başlamışız hepsi bu:) İlk olarak da Unilever firması Lipton markası ile ülkemize sokmuş sallama çayları.

Ben taze bir çay tiryakisi olarak hala hiç haz etmesem de bu sallama poşet çaylardan,zorunlu hallerde yine de gideri var diyorum:)

Bir de bizim haller gençlik merkezindeki nargilecimiz fark etse bu yabani poşet çayların kesinlikle orjinal demleme türk çayının yerini tutmadığını bizden mutlusu olmaz herhalde.Kavunlu nargile & demleme çay..hmmm miss olur hemde:)

Şimdilik sallama çay,nargileye devam tabi..

29 Ocak 2011 Cumartesi

Enis'ten İçimizi Isıtacak Hikayeler..:)

Bizim aile hakikaten komedi dizilerine taş çıkarır.

Abim Türkiye'ye gelen bir arkadaşıyla ,yatağı-yorganı hariç tüm eşyalarını çantaya sıkıştırmak suretiyle, göndermiş..

En baştan anlatayım.Abim oraya gitti gideli sıkıntıdan ebay üzerinden alışveriş yapıyordu zaten.Bahanesi de "melo kargo ücreti fln çok az olum çok rahat gelio".Bizde ses çıkartmıyoruz tabi.Sıkılıyor sıkıntıdan birşeyler alıyor diyorum ben kendi kendime.

Fakat sanırım kendisini Almanya'da tatilde hissediyor,böyle bir Almancı tipine büründü.
Herkeslere hediyeler alıyor..Kemal Sunal hesabı bi mutfak robotu almamış.Neyse dedik bu da sıkıntıdan..Amaa bugün gönderdiği çantayı açınca hakikaten şoka girdim.

Çantanın en üstünde kendisinin kullanmakta ısrar ettiği ama sağı solu her yeri kaymış laptop ı duruyordu.Altında üsse ait dergiler.Ve bir de gazete.(bunları ne yapacak anlamadım ama sıkılıyor ya garibim..ondan herhalde:D)
Alta indikçe bi tshirt karmaşası gördüm.Ben diyeyim 5 tane siz diyin 10 tane tshirt almış.Bana telefonda "melo kuzene memoya fln hediye aldım" diyordu zaten ama, ben en üstte duran kırmızı tshirt ü açınca ambale oldum.

İçine atkuyruklu bir sumo güreşçisi sıkıntı çekmeden girer çünkü.Bunu da herhalde çoluk çocuk ma aile giyerler hesabına almışmıştır diyerek geçtim.

Fakat sonrasında kocaman bir deri mont çıktı.Hani onu ne manada aldığına bahane bulamadım.Birde yanında deri eldivenler..!
Hani derler ya şahtı şahbaz oldu o takımla tam şahbaz olacak bizim oğlan belli:D

Çantayı kapama kararı aldım.Gerisini de annesi incelesin.Azıcık şaşırsın istedim:)

Abime bir not;
Abicim sen c3 ün üstünü açtır,deri montla eldivenleri giyer rüzgara karşı sürersin,havan olur:D

28 Ocak 2011 Cuma

Fizy Turkcell'le Elele Dönüyor:)

Bildiğimiz üzere ülkemizdeki çapraşık olaylar zincirine bir halka da fizy ile eklenmişti.

Site içeriğinde yayınlanan müzik eserlerinin telif haklarıyla ilgili yaşanan problem nedeniyle
bttarafından yapılan başvuru doğrultusunda yerli fizy'e erişimin engellenmişti.Fakat aynı zamanda dünyaca ünlü Mashable Ödülleri'nde de "En iyi müzik bulma servisi" dalında birinci seçilmişti.

Son dönemde sosyal medyada Turkcell ile Fizy birleşmesi yaşanacağı sıkça konuşuluyordu.Tabi
bu birleşmenin altında da tamamen duygusal sebepler yattığını söylemeye gerek bile yok.

Müyap'ın bir kaç milyon dolarcık talebi doğrultusunda ,Turkcell bu finans sıkıntısını
çözümleyecek en büyük teklifi yapmış.

Ve artık,webrazzi den okuduğum habere göre, netleştiği öne sürülen yeni fizy ortağı Turkcell'imiş.


Fakat açıklama yapılmamışsa bile eli kulağındadır diye düşünüyorum.

Yani yerli fizy mize kavuşmak üzereyiz:)

Fizy müziğin gıdasıdır:P

26 Ocak 2011 Çarşamba

Polaroid'in Yeni Cep Baskı Ünitesi "PoGo"

Hani eskiden polaroid makinalar vardı.Halkın yoğunluk gösterdiği yerlerde polaroidci amcalar görürdük.Şipşak çekerlerdi.

Hatta,sanıyorum yine 5-6 yaş civarındayım abim de olsa olsa 13-14 yaşlarında,Medrano diye
ünlü mü ünlü bir sirk vardı.O Yalova'ya gelince annem bizi götürmüştü sirke.Sirkte ufak bi kaplanı abim eline almıştı.Bende yanında durmuştum ürkek ürkek:)Polaroidci amca şipşak iki sn de fotoğrafımızı çekmişti.Önce simsiyah görünen fotoğraf salladıkça orjinal renklerine bürünmüştü. Bana da hayli enteresan gelmişti tabi..:)

Bahsettiğim şipşakların hem isim hem model sahibi Polaroid 60 yıl önce, bugünün bir kaç saniye içinde fotoğraf çıkaran makineleriyle bir çığır açmış zaten.. Makinanın içindeki küçük bir fotoğraf laboratuarı, bir dakikadan daha kısa bir sürede siyah beyaz fotoğraf baskısı yapabiliyormuş.
Renkli fotoğraf çekebilen ilk polaroid fotoğraf makinesi ise 1963'te yapılmış.

Şimdi yine Polaroid'in devrimsel nitelikteki mürekkepsiz baskı işlemine sahip Anında Dijital Fotoğraf Yazıcıları, Dijital veya anında baskı yapan Analog Fotoğraf Makineleri, fotoğraf çekme ve baskı işlemlerine yeni bir boyut kazandırmakta.Mini fotoğraf baskı makinası "Polaroid PoGo"yu üretmişler.Yandaki resimde de görüldüğü üzere compak makina büyüklüğündeki mini printer,
Bluetooth destekli kameralı cep telefonlarından veya PictBridge destekli dijital fotoğraf makinelerinden, USB üzerinden resim basmamızı sağlıyormuş.Benim cidden çok hoşuma gitti:)Çektiği kareleri baskı yapmayı sevenler için gayet kullanışlı olabilir. Özellikle seyahat anında..

Yazının başında bahsettiğim Polaroidci amcalar yeni kuşak Polaroid le
sahalara geri dönebilirler bence:)Çok da şık olur.

25 Ocak 2011 Salı

Elif Şafak'ın Firarperesti

Elif Şafak'ın Firarperesti'nin sonuna geldim.Kitap hakkında düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Daha evvelden köşe yazılarından derleme bir kitap okumamıştım.Benim için bir ilk oldu.Ama nedense çok ayrı bir tat aldım okurken.Özellikle bu kitapta ilgilimi çeken şu oldu,köşe yazılarının
sıralamasında çok güzel yumuşak geçişlerle beslenmişti kitap.Mesela aşka dair bir yazının hemen ardından anidengündemden beslenerek yazılmış bir yazıya geçmek yerine aşk'adair,alışkanlıklara dair,hayata dair şeklinde yumuşak geçişler keyifle okumamdaki büyük bir etmendi.

Şimdi hangi tarz bi yazı okuyacağım şeklinde,aralarında uçurumlar olan konulara daldan dala atlamayarak okuyucuyu bocalatmaması bence çok başarılıydı.

Bu köşe yazıları derlemesi olarak okuduğum ilk kitap belki fakat Elif Şafak'ın okuduğum üçüncü kitabıydı.

Bundan evvel Aşk'ı ve Araf ı okumuştum.

Aşk'ı okurken uzun bir döneme yayılmıştı.Çok okumaya fırsat bulamamakla beraber,kısa kısa okuyabildiğimden,konudan hep kopuyordum.Ki bence bu durum maalesef ki kitabın tadını kaçıran en büyük etmen.Bu yüzden bitmesine az kala bırakmıştım.

Araf'ta ise durum biraz daha farklıydı.Bir süredir okumak istiyordum ama denk gelemiyordu.Apart arkadaşım Hazal'ın kütüphanesinde bulunca da direkt atıldım. Güzeldi.Farklıydı.Karakterlerin isimlerinden pek haz edememiş olsamda:) :P akıcıydı.

Yani şaka bir yana güzeldi.Elif Şafak'ın kaleminden başka dünyaları hayal etmek güzeldi.Bu sebeple firarperesti okumaya başlarken de hiç tereddüt etmedim.

Okumayanlar varsa kesinlikle öneririm.Tadı damağımda kaldı..:)

24 Ocak 2011 Pazartesi

MSN & Facebook'tan Bulaşan Malwarebytes Nasıl Temizlenir?

Eskiden truva atları en büyük korkulu rüyamızdı.Bulaştı mı bilgisayara, öldür allah silemezdik.Çoğaldıkça çoğalırdı.Son çare format atmak olurdu.

Günümüz teknolojisi geliştikçe,bilgilerini dijital ortamda depolayan kurum/kişi sayısı da artış gösterdiği için ,buna paralel olarak bilgi avcıları(yada hırsızı demek daha doğru sanırım) sayesinde virüs dünyasında da yeni model virüsçükler geliştiriliyor.

İşte yeni dönemde virüs top 10 da bir numaramız "malware"ler.Bir dönem msn e bulaşıyordu.Sohbet arkadaşlarından, istem dışı,gelen linklere tıkladığımızda bilgisayarımıza atlıyordu.Şuanda da aynı mantıkla ilerliyor fakat her nasıl olduysa facebook hesaplarına da hızla bulaşmaya başlamış.

Geçen gün bir arkadaşımdan gelen video linkine tıklamak suretiyle benim makinama da bulaştı.Varolan virüs programları ile de temizlenemeyen bu virüs sanıyorum ki bu yazıyı okuyan bir çok arkadaşın derdi.

Explorer ile bilgisayarı scan eden şaşkın virüsü siz sil komutu verdiğiniz halde silemiyorsanız kendi çözümümü sizle paylaşmak istedim.

I) İlk olarak buradan tıklarayarak indirebileceğiniz "Malwarebytes Anti-Malware 1.50.1" programını bilgisayarımıza indirip kuruyoruz.
II) Ardından derin tarama ile tüm disklerimizi işaretleme suretiyle bilgisayarımızı scan ediyoruz.
III) Tarama bittikten sonra bulunan öğeleri göster e basarak seçili öğeleri kaldır diyerek virüsün bulaşmış olduğu klasörleri siliyoruz.
IV) Bilgisarayımızı yeniden başlatma istediğini onaylıyoruz.İşte hepsi bu kadar:)

Formatsız konuyu çözümlemiş olduk.Umarım işinize yarar bir bilgi paylaşımı olmuştur.Keyifli bir Pazartesi olması dileğimle.

23 Ocak 2011 Pazar

Final Sonrası Hayata Adaptasyon Çağrısı..

Yoruldum.Evet üç yıllık üniversite hayatımda hiç ama hiç geçmek bilmeyen bir final dönemini daha geride bıraktık.Geride bırakmak güzel şey de umarım harf notları yüzümüzü güldürür.

Şuan bir tane nazar boncukumu saklıyorum:))Tek FF le atlatmış olmayı diliyorum.Çünkü gerçekten bahtsız bir dönemdi.Gereksiz işler müdürü olarak bir sürü gereksiz hengamede savruldum durdum..

Biraz dinlenebilirsem ve kendime kızmayı bırakırsam herşey güzel olacak sanırım.Çünkü sırada yeni planları yürürlüğe koymak var.

Ufuk hanımla bağlantılarım sürüyor.2011 bahar dönemi OGU ye bir başka gelecek.:)Çalışmalar devam ediyor..:)Kocaman bir süprizle döneceğim umarım(bir aksilik olmazsa..:))Yarından itibaren araştırma geliştirme günlerime geri dönüyorum.Haydi iyi haftalar olsun:)

17 Ocak 2011 Pazartesi

Koreliler'den Yeni Buluş:Kitap Yıkama Makinası:)

Ya buna ne demeli?ben ilk okuduğumda yok devedeki bale papucu dedim!Koreli kardeşlerimiz herşey tamamdı bir eksik kitaparın misliğiydi diye düşünmüş
olmalılar ki kitap yıkama makinasını da üretivermişler.
Oh gözün aydın dünyalı.Herkes mispaktı bi kitaplar pisti zaten artık onları da yıkayabiliriz.
(koreli gene ne varsa sizde var gör:))

Bir bakıma güzel aslında lakin ihtiyaç mıdır kestiremedim.

Şuan Trakya Üniversitesi'nde edinilmiş bir makina ve kullanılıyormuş.

Üniversitenin Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanı Ender Bilar makinanın çalışmasını;"Makine ozon ya da karbon gibi zararlı madde üretmeyen, en küçük toz parçacıkları ile her tür virüs, küf ve mantarları toplayabilen statik elektrik film filtresine sahip bir cihazdır. Kitabı bir dakika gibi kısa bir sürede temizler ve güzel bir koku verir. kitabı aldığınızda kitap mis gibi kokar." şeklinde bir demeçle anlatmış.

Hadi yine iyisiniz Trakyalılar mis kokulu kitaplarınız var artık:)





16 Ocak 2011 Pazar

David Nicholls-Bir Gün

Kitap okumayı sevdiğim gibi,kitapevlerinde saatlerce kitapları incelemeye de bayılırım.Hatta yine müzik zevkim gibi dönemdeki ruh halime göre kitap evindeki ruh halime yatkın kitap bölümüne ilgim daha fazla olur.

Tabi ki bununla beraber güncel yayınları da yakınen takip ederim.Ve ay içersinde mutlaka bir güncel yayın,(çok satanlardan) okurum.Fakat "bir gün" bugüne kadar kitapevinde hiç bir rafta gözüme çarpmamış ve ilginci kimseden de işitmediğim bir kitaptı.

Kitaba yapılan yorumlardan yola çıkarak okumaya karar verdiğim bir roman oldu.20 yıllık bir aşk hikayesini anlatıyordu.

David Nicholls yazarak internette arandığında,yazarınyayımlanmış en hit kitabı bu.Neyleyim ki bana yorumlar ölçüsünde ilginç gelmedi.Tabi ki bu nacizane fikrimdir..

Dex ve Em 1988 in 15 Temmuz'unda mezuniyet gecesinde tanışırlar.Kurgu Dex ve Em'in birbirlerini ne zaman fark edeceklerine,aslında iki iyi arkadaş olduklarına fakat aynı zamanda iyi birer ruh eşi olduklarını farkedememelerine dair sürüp gidiyor.Olaylar silsilesi günlük şeklinde ama her yılın 15 Temmuz'unda kaleme alınmış.Dili ve akıcılığı açısından gayet basit olan kitapta bana en enteresan gelen her yılın aynı gününde iki karakterin yaptıklarına yer verilmesiydi.

Düşünün ki bir günlük tutuyorsunuz ve sadece yılın aynı gününü yazıyorsunuz.Aslında denemesi bile farklı olabilir.:)

Kuruguda Em daha tutumlu ilişkiler sergilerken,Dex hızla sevgili değiştiriyor.

Kitabın sonunu söylemeyeceğim,belki okumayı düşünenler olabilir..

Şunu da ekleyeyim kitabın filmi çekiliyormuş.Edindiğim bilgilere göre 2011 de vizyona girecek ve Emma'yı "Anne Hathaway", Dexter'ı ise "Jim Sturgess" oynayacakmış.

Her zaman sahne,mekan ve oyuncuların bana ait olduğu bir dünyayı kendim yaratmayı tercih ettiğimden,bence önce kitabı okuması sonra filmi izlemeyi tercih edin derim..

Sizin hayalinizdeki sokaklarla yapımcının tercih ettiği sokaklar arasındaki farkı izlemek daha keyifli oluyor bence.Hayalinizde, sizin evinizin köşe başında vuku bulan bir sahne,filmde gitmediğimiz bir şehrin herhangi bir sokağında can buluyor ya bu bana hep eğlenceli gelmiştir.:)


Keyifli Pazarlar..

15 Ocak 2011 Cumartesi

Bazı Firmaların Garanti ve Satış Sonrası Destekleri Hakkında..

Bildiğimiz üzere elektronik eşya gerçekten şans işidir.Her ne kadar iyi bir model/marka da almış olsak bozulması gayet normal.Lakin bizim dikkat etmemiz gereken satış sonrası teknik destek ve garanti olmalı.

Bu paralelde benim kadar garanti/teknik bilgi için müşteri hizmetlerini arayan yoktur herhalde.Özellikle son zamanlarda haftada ortalama 2 ile 5 kez arasında farklı firmaların müşteri hizmetleriyle konuşmaktayım:)Neticede aldığım ürün/hizmetin tam anlamıyla karşılığını görmek istemekteyim.

Bugün birkaç firmanın garanti ve satış sonrası teknik desteği ile ilgili yaşadıklarımı ve fikirlerimi paylaşacağım.

HP

İlk olarak bilgisayarımdan başlamalıyım.Bu konuda aslında çok da objektif olamayabilirim.Çünkü ben hp nin kurumsal müşterisiyim.Kurumsal destek ve bireysel destek her firmada farklı muamele olarak ayrılır.Bilgisayarımın anakartı ile
ilgili sıkıntısında 10 gün içersinde yurtdışından yeni anakart getirtildi ve yenilenerek bana gönderildi.Yeni bir anakart
için bence hayli kısa bir süreidi.Diğer bir sıkıntımda da pil göstergesinde "pilinizi değiştirin" uyarısı almaktaydım.

Bilgisayarımı tam 1 yıl evvel aldığımdan normal olarak pil ömrü de epeyce düşmüştü.Saolsun hp ye gönderim yaptım ve ışık hızıyla tam 3 günde bilgisayarım yeni pil ile gönderildi.(eskisi ile değiştirilmiş).Kısaca satış sonrası gayet güzel.

Microsoft

Microsoft bluetooth mouse kullanmaktayım.Bilgisayarıma ipod'umu bağladığımda bluetooth algısı kitleniyor ve usb aygıt tanımama sıkıntısı çekiyorum.Bu sebeple firmayı aradığımda gayet beni hp ye pasladılar.Hp ise harika bir çözüm buldu,"Format atın".Bu sorunu kendim çözdüm.Ve formatsız olayı çözümledim.Microsoft'a satış sonrası destekte olsa olsa on üzerinden 5 verebilirim.O da geçmiş dönemde yaşamış olduğum eşleşme sıkıntımda yardımcı olduğu için.

WD(western digital)

Kullanmakta olduğum 320GB hdd bir gün hiç bir darbe vs yada yanlış donanım kaldırma yapmadığım halde klasörlerimi açmamaya başladı.Tam bir yıldır kullandığım hdd mi garantiye gönderdim.Bilgilerim kurtarılamadı lakin şuan piyasada bulunan yeni model ve USB3.0 olan hdd 4 gün içersinde adresime kargolandı.

SEGATECH

Kuzenimin 1TB lık hdd si bozuldu , garantiye göndermek istedim.Fakat bu firmada şöyle bir sıkıntı var garanti ile ilgili desteği biraz karmaşık.Bozuk olan hdd yi İst. a gönderdim.Garanti ile ilgili yazışmaları amerika ile yaptım.Yeni ve üst model hdd Hollanda'dan geldi.

Karmaşık bir garanti desteği var.Satış sonrası anlamında tavsiye edemeyeceğim.

GENERAL MOBİLE

Maalesef çift hat teknolojisinde tercih edilebilinecek en eli yüzü düzgün telefonlar bu firmaya ait olduğundan DST-350 gold
modelini bir yıl evvel aldım.Fakat eylül ayında telefon kıyağından ikiye ayrıldı.Ekran da bozuldu haliyle.Üşengeçliğimden 1 hafta evvel garanti için "telpa" ya gönderdim.

Telpa ile ilgili biraz yazmam gerekli bence;öncelikle müşteri hizmetleri yetkilileri (2 farklı kişiyle görüştüm) alıcı ödemeli nedemek gönderen ödemeli ne demek pek kavramış değiller.Bu sebeple alıcı ödemeli dendi bana.Ben de alıcı ödemeli yolladım.Fakat ertesi sabah kargo arayarak firmanın ödemeli kabul etmediğini ödeyeceksem teslim edileceğini söyledi.Kabul ettim ödemeyi tabiki ve telefon gönderildi.

Sonrasında telefondan bir hafta hiç bir haber alamadım.İki kere kendim aradım.İlkinde kayıt bulamadılar.İkincide bilgilendirme istedim biz sizi bilgilendireceğiz dediler.Ertesi gün telefon evime geldi kargoyla:)

Yani telpanın garantisine diyeceğim yok fakat müşteriyi bilgilendirme konusunda sıkıntıları var.

Yine de general mobile tercih etmem mecbur kalmasam.

Yukarıda eleştirdiğim firmalarla ilgili bir alışverişiniz olursa diye en azından ben fikirlerimi ve görüşlerimi paylaştım tercih etmek/etmemek size kalmış tabiki..

9 Ocak 2011 Pazar

Yaş 35-Hümeyra

Yazılarımdan da açıkça görüldüğü üzre abimi çok özledim.Hal böyle olunca agresif bir hal alır oldum.
Kendisi her dönem şahsına münasır bir cd yapar da dinlerdi.Bende pek beğenirdim.
bu şarkıyı her duyduğumda yine kendisi aklıma geliyor.burda da paylaşmak istedim.Cahit Sıtkı'ya saygılarımla.
Hümeyra'da ne güzel yorumlamış ama değil mi..?

Youtube - Hümeyra Şarkıları-Yaş Otuzbeş Dinle

Panasonic Lumix DMC ile Eski Modellere Dönüş..

Daha evvel bahsetmiştim.Fotoğrafa karşı bi ilgim olduğu doğrudur.Bu ilgi alaka da sevgili abimden gözlem yoluyla bulaşmıştır.Şimdi gelelim makinalara.

Bu SLR makinalarda farklı bir kaç marka söz konusu olmakla beraber en bilinen markalardan ikisi nikon ve canon'dur.Ve genelde bu iki markanın kullanıcılarına nikoncu/canoncu olarak tabir edilir.

Ben kesinlikle Nikoncuyum velevki Canon 350-D kullanmaktayım.Peki neden?

Genelde büyük çocuğa ne alınırsa onun küçülenlerini gelecek dönem içersinde küçük kardeş giyer.Bizde bu durum azıcık farklılaşıyor, sevgili abimin tüm malları eskiyince direkt bana geçer yaada kendisi madden benden iyi olduğundan
o beğenir alır ben kullanırım.:)Parazit model:)

Bizim olay bu karmaşada gelişir gider bildim bileli.Yani kullandığım alet/edevatların çoğunluğu Enis'imden hibedir:)Saolsun varolsun.Bu da olmayabilirdi.=)

Bizim bu entel dantel hobilerimize start veren Enis beyin bir de eski makina koleksiyonu var.

Haa bu makinaları kesin gittigidiyordan,ebayden yada ihtiyaç durumunda mecburiyetten satan kişilerden kelepir düşürmüş olması kuvvetle muhtemeldir.Çünkü iki kardeş ucuz bok olsa alırız:)

Bu manteliteyle ilerleyen abimde ,ve çarşı durağında henüz kapanmış olan fotoğrafçının antika fotoğraf makinaları arasında görmüş olduğum makinaya hayli benzeyen eski model makinaları Panasonic tekrardan üretmeye başlamış.

Benim önce photoshop yapmışlar galiba deyip odaklandığım sizinde yanda gördüğünüz resim plemix'in sitesinde bulunmakta.Ve makinanın detaylarına da oradan ulaşabilirsiniz.Ayrıca sizinde göreceğiniz üzere sitedeki fiyatlar hayli uygun.Makina almayı düşünen varsa sitede güzel modeller de mevcut.Artık paypal la mı alırsınız USA den bi tanıdık bulur da mı yollatırsınız size kalmış.Ben bildiğimi paylaştım.Ucuz olsun bizim olsun:)

Herkese keyifli pazarlar..:)

8 Ocak 2011 Cumartesi

Fırlama Papuçların Yaratıcısı "Kobi Levi"


Kobi Levi kimdir?Belki moda/tasarım meraklıları bu ismi yakınen tanıyor.Belki de ilk kez rastladığımız bir isim.Tanımıyor olmanız muhtemel zira ben de yeni tanıdım.

Kendisi aşağıda bir kaç resmini verdiğim sıradışı fakat şahane görünen fırlama papuçların yaratıcısı.

İnternette yapılan bir yorumda sanat ve moda çizgisinde diye tabir edilen bu tasarımların sahibi;Jerusalem,
"Bezalel Academy Of Art& Design" dan mezunmuş.Ve bu zamana kadar freelance çalışıyormuş.
Kendisinin "artistic ayakkabı" olarak nitelendirdiği bu şahane papuçların her biri el yapımıymış.
Levi; "bu ayakkabılar benim tualim" diyor.

Peki bu tasarımların ilhamı nereden geliyor??

Bu soruyu ;aklıma gelen konseptlerin hayallerimi tetiklemesi olarak cevaplıyor.

"heykeltraşlığın giyilebilir bir parçası" olarak nitelendirdiği bu konsept e ben bayıldım:)

Modadan çok anladığımı söyleyemicem,bu yüzden bu tasarımları giyen olur mu yorumum yok.En kötü
al odanda süs diye dursun:)(moda cahili bir insandan olsa olsa bu yorum gelirdi zaten:))

7 Ocak 2011 Cuma

Starbucks ve Pepsi Yeni Yüzüyle Tükeciyi Selamlıyor


Markalaşma yarışı içinde olan firma ve insanlar içersinde dönüp duran günümüzde,fast food akımını ülkemizde hakkıyla dalgalandıran amerikalılar tabi ki kahvedede aynı dalgayı fazlasıyla yarattılar.

İlk olarak 1971 yılında iki öğretmen ve bir yazar tarafından açılan,Mobidik'teki "starbuck" karakterinden esinlenerek yaratılan adıyla "starbucks" ,ABD'li kahve dükkanı,2003 yılından beri ülkemize giriş yaptı.Ve özellikle son yıllarda baya sevilen bir kahve firması haline geldi.

Logosuna bunca zamandır deniz kızı ve çevresindeki starbucks coffee yazısıyla aşina olduğumuz kahve zinciri yeni yüzüyle demlenmeye devam edecekmiş.Değişme sebebini de şirketin CEO su Howard Schultz,paketlenmiş ürünler satışına hız kazandıracağına inandıkları için böyle bir yenilik yapmak kararına vardıkları şeklinde açıklamış.

Şirket aslında ABD'de pakette çay,kahve ve marketlerdeki dondurmalarıylada hizmet veriyormuş.

Eskişehir'de de bir dönem açılıp sonradan kapanan bir şubesi var olmuş.Tabii o dönemde bugünkü kadar ünlü ve gençler arasında ciks olmadığından kapıya kilit vurması da normal olmuş zannımca.

Şirketin en üzüldüğüm haberi ise; bende de olan,sevgili abimin hediye ettiği,güğüm hacmindeki ağır kupaların yerine artık daha hafif porselenler kullanılacakmış.İyi de zaten işin keyifli yanı oydu bence Howard amca!

Ayrıca totalde 140 bin bardağın değişecek olması ben de o bardaklar ne olacak peki fikrini de uyandırdı.

Bi kaçını bana verseler nasıl mutlu olurum anlatamam:) yazık olmasın yani o bakımdan diyorum.
Son olarak;bakın bu logo tarih süresince nasıl değişmiş?


A. 15. yüzyıldan (logonun içinde bulunan desen)
B. İlk Starbucks logosu (1971-1987)
C. Il Giornale logosu
D. Starbucks ve Il Giornale logolarının karışımı
E. Yenilenmiş Starbucks logosu (1992-günümüze)
F. En yeni Starbucks logosu



Pepsi de 111 yıllık tarihinde 10. kez logosunu yenilemiş ve yeni yıla girdiğimizden beri Türkiye'deki ürünlerinin logo yüzünü değiştiriyormuş.
Yenilik güzeldir de 10.kez yenilenmek de biraz fazla geldi bana.Marka dinanizmi fikri tabiki de güzeldir(kesinlikle destekliyorum) lakin pepsi de tavan yapmış:)Ama yinede yeni logo güzelmiş demeden de geçmeyeyim:)

Son olarak 2011 nisan ayına kadar ürünlerdeki logo değişimi tamamlanmış olacakmış.

Kekliği Düz Ovada Avlarlar..

Aslında yazacak birşey bulamadım da aklıma garip cümleler geldi.Ben de ah nedir nerden gelir,kime edilir,edene mi gider,ettirene mi bunları yorumlamak istedim.:)

Efendim hayat bilindiği üzere herşeylere gebedir.Hep polyanna olunmaz.Olunamaz.
Bir gün gelir gözüne çomak sokarcasına gerçekleri sokuşturur gözüne gözüne.İşte
o noktada uyuyan her kimse(prens/prenses) zırt diye uyanır.

Aslında sadece ayılar değil insanlarda kış uykusuna yatar.Biz ona keklik uykusu diyeceğiz.

Şimdi efendim şayet ki bu uykuyu mışıl mışıl uyuyorsanız hayat,renk renk balonlar uçuruyordur.Siz de alık alık ,ağzınız iki metre açık, ayyy caannımm nidalarıyla eşlik ediyorsunuzdur o masala.Eşşekler kuş gibi,tüplü televizyon plazma gibi,tomruğu da (kalasda değil) insan gibi hissedip mutlu olabiliyorsanız,sıkıntı vardır.Biz bu duruma keklik uykusunda bir sandık ayva yemek de diyelim.

Gün gelir balonlar patlar.O ayvalar boğaza dizilir.Dizilen ayvalar beyindeki şok mekanizmasını tetikler,dolayısıyla sizin gözleriniz fal taşı misali büyücek büyücek yerinde dönerek döner durur.

Semptomlar:Keklik uyandı,balonlar patlak,tüplü televizyonun tüpü bile yok.Tomrukda tomrukmuş hani..3 e 5 ..

Şimdi onca ayvayı yediğine mi yanarsın,gül bahçesindeyken tomruğa taptığına mı kızarsın,onca yalana bal gibi de kandığına mı..

İşte bu noktada bir ah.. edip kestirmeden u çizmek iyidir.Biz türkler nasıl diyor:"zararın neresinden dönersek kar"..

Ama ah bu yani öyle zırt diye olmaz.Demlenir demlenir..Yeri ve zamanı uygun olduğunda kesinlikle ettireni bulur.

İki öper bi selamlar keklik olmayın derim(Memo kulakların çınçın etsin:D).Saygılar.

P.S:siz gene de ah etmeyin die topluma güzel bir mesaj vereyim.:)

6 Ocak 2011 Perşembe

Bu Hayvanları çok seviniz !... Hangilerini mi ?

Bugün gelen maili paylaşmak istedim.Ben okurken çok güldüm ve çok da hak verdim:) Buyrun siz de okuyun:

1- Tünellerde park lambası ya da farlar yerine dörtlülerini yakan ÖKÜZLERİ,
2- Lastiği patladığında bunu sol şeritte değiştiren DEVELERİ,
3- Bir yaya geçsin diye yavaşladığınız veya durduğunuzda sağınızdan/solunuzdan bir de size ters ters bakarak geçen ÇAKALLARI,
4- Far ayarının ne demek olduğunu bilmeyip ya da ona verilecek 2-3 lirayı servet sanıp arkanızda gözünüzü kamaştıran DAVARLARI,
5- Karda önden çekişli arabasının arka tekerlerine zincir takıp sonra "abi bi el atsana" diye yardım isteyen EŞEKLERİ,
6- Dakikalarca aynalarına bakmadan otobanın sol şeridinde sizin süratinizden en az 50-60 km yavaş giderek salınan KOYUNLARI,
7- Yeni yıkadığınız arabanızı batırmakla mükellef, cam yıkama fıskıyesini ayarlamaktan aciz BEYGİRLERİ,
8- Arabasında biriktirip çöpe atması gerekenleri yola atan DOMUZLARI,
9- Trafik 2 dakika durdu mu kornaya basan AYILARI,
10- Her yere tüküren LAMALARI,
11- Evinin kapısına geldiği adamın ziline basmaktansa, arabanın kornasına basmayı tercih eden SIĞIRLARI.
... ve tecrübelerinizde olan diğerlerini...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Müzik,Kitap,Şiir..

Yeni keşiflerimi paylaşayım bu yazımda.Melis DanismendMüzik adına yeni keşfim sevgili adaşım Melis Danişmend!Ben yeni keşfettim kendisini."Daha Az Renk" albümünü edindim
gün boyu dinlediklerim içersine aldım.

Konusamadigimiz Seyler Var!Diğer favorim çevremdeki herkesin yeter dediği Sıla.Son albüm dehşet olmuş.Çıktığı ilk günden beri yolda,evde bilimum heryerde dinliyorum.Şiddetle tavsiyemdir.

Müzik için son tavsiyemde en son katıldığım bir kongrede dinleme fırsatı bulduğum Cem Köksal."Siyah Beyaz Masallar" harika olmuş.
"Vals A Rosenthal" her derde deva ilaç gibi:)

Yabancı alanında iki önerim Rihanna ve Gossip - "Pop Goes The World".Dinleyiniz.

Roman'a geçersem blogumda da görüldüğü üzere "bir gün" romanını okuyorum.Evdeki
kitapların arasında iki tane olduğunu görünce bir de kitabın yorumlarını görünce
herhalde aladdinin cinini çıkaracak kadar güzel dedim başladım okumaya.
Henüz anlayamadım yorumların neden bu denli olduğunu.Sürüklemiyor süründürüyor.Aman diyorum!

Elif Safak_firarperestAynı anda bir kaç kitap okuyorum diğer okuduğum kitap Elif Şafak-"Firarperest".Kitapta nokta atışı cümleler bir hayli.Altlarını çizmekten bir hal oldum.Bir örnek; "kelime cömerdi,duygu cimrisi bugünün insanı." diyor
kitapta.Okuyunuz.

Teknoloji adına yeni haber yada benim yeni okuduğum bir haber demem daha doğrudur bilemiyorum;Nokia'nın çift hatlı telefonlarını üretmiş.Telefonların tasarımı fred çakmaktaş tasarımı gibi olsa da,GM'ye benim gibi lanet edenler varsa nokia tercih edilir.Modelleri c1-00 ve c2-00.İnceleyebilirsiniz.(c1-00 resmi internet sitesinde mevcut değil ama google dan arattığım haberlerde mevcut.)


Şiir'e gelirsem;Pablo Neruda paylaşmak isterim:

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
İzzetinefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
İstemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
Görmek istemekten kaçınanlar
Yavaş yavaş ölürler.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
Dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler...

Pablo Neruda
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...