29 Aralık 2010 Çarşamba

2010'un Son Yazısı..Happy New Year:)

2010 yılını da arşivlerimize kaldırmaya hazırlanıyoruz.Herkes planlarını yaptı,ben de geçmişi düşünüyorum.Şimdi 21 senenin neyi geçmiş diyip gülenler var kesin ama geçmiş mi geçmiş ,bizim de kendimize has geçirdiklerimiz mevcut:)

Anaokuluna başladığım yıla kadar gayet kız çocuu gibi uzun saçlıymışım.Hatta tüm fotoğraflarımda karpuzlu saç tokalarımla deklanşöre sırıttığım görülür.Lakin Anaokulu dönemlerinde o zaman erkek çocuklarında pek modaydı amerikan traşı yanlar
kısacık,üstler uzun model..Benim de içimdeki erkek fatma hortlamış olacak ki o şekilde kestirelim diye tutturunca öyle kesmeye başlamışlardı.

İlkokula başladığım senelerde durum daha iç açıcıydı.Bendeniz modeli vardı o zaman.O kesim de ilkokul senelerimde favorimdi.Yedi yaşımda gözlerimin bozuk olduğunu annemlere anlatana kadar iflahım kesilmişti.Babam gizli gizli bu çocuk gözlük takmak istiyor ondandır derdi.Sonunda anlaşıldı.Hem astigmat hem miyop..Ve dört göz modele geçiş.

Ortaokul yıllarıma gelirsek Burcu,Gökde,Merve,İnanç bir de ben sıkı beşliydik.Okulda yaz dönemi kıyafeti başladığında beyaz dize kadar sporcu çorabı gibi uzun çoraplar giyer yakalamızı gevşetir(ki ben annem korkusuyla çokta gevşetemezdim) gezinirdik.Tenefüs aralarında çilekli lilapause yerdik.Hala çilekli lilapause bana o yılları anımsatır.

Lisede ilk kez arkadaşlarımdan ayrılmıştım.Neticede ilkokul birden beri birlikteydik.Ben süper liseye girmiştim.Sevgili ahretliğimle çocukluktan beri özlemini duyduğumuz aynı okulda okuma günlerimiz start almıştı.4 sene aynı okul.2 sene sıra arkadaşlığı:)Burçinimiin o zamanlar telleri vardı.Ben net hatırlıyorum kendisini hatta içimden telli turna derdim:).O da beni özel okuldan gelen şımarık
kız olarak anımsasa da, gelecek dönem ayşurla geldiğinden istem dışı samimiyete boyun eğmişti:)Hazırlık yıllında ayşurun sırtına kopya ver diye az vurmamıştım.

O dönemde The O.C vardı.Cnbc-e dizileri yeni yeni hit olmaya başlamıştı.Ayşurla ondan konuşurduk falan..9.Sınıfta bi gün sınıfa hande diye bi kız geldi.Soğuk nevale.Yasemin adını handan die zikretti die terslemiş kızı:)Şimdi
kendisi yine canciğer dolma tabirimizdeki 5 limizden biri.

Evet 5 sayısına ilgim ilkokulda kabarmış.hep iyi 5 li gruplarım olmuştu.Üniversiteye geldiğim yıllar buhran yıllarımdı.Eskişehir'de kimseyi tanımıyor olmak gam yüküydü ilk senede.İkinci senede AIESEC li oldum.Çevrem yeni bi sirkülasyon ile değişti.Geçen sene mart ayı sonralar ulusal kongre takımına seçildim.Takımda bi res var bir de pınar diye bir kız.Pınarım ağzından cümle çıkacak diye ödü kopar tarzda cümle kurmuyor,deveye hendek atlatmak bu kıza cümle kurdurtmaktan daha kolaydır diye ilk tasvirimi kurmuştum.Ayy ne soğuk nevale be bu diye geçirdiğim cümleler tasvirle beraber filiz verdi.Şuan en yakınımdır kendisi.Buradan da bir musibetle yada sevgisizlikle başlayan arkadaşlıklarımı en yakın dostlarım olarak seçtiğim aşikar:)

Sevgili abim yıllar yılı iki konuda ahkam keserdi.İlerde eşim araba sürer ben yanında otururum birinci maddesi,ben askere gitmicem yaaa ikinci desturuydu.Sevgili annemiz önce 18 ine bastığı gün eline ehliyet vererek enisimize ilk kapağını hediye etmişti.İkinci olay askere yollama hikayesiydi nasıl oldu hala çözememiş olsamda oğlumuzu askere yolladık askerliğini yapıverdi:)Bu da ikinci tufaya düşüşüydü.Üçüncü vaka bende patlayacak sanırım.Ki umarım patlamaz.Fakat her şartta ve koşulda benim de asla dediğim konuda da sevgili annemiz itina ile üçüncü kapağıda bize yerleştirir.üç kapak bir tabak modeline geçeriz inşallah.

Ahir ömrümdeki bir ilki de bu sene yaşıyorum.İlk kez ailemden ayrı bir yeni yıl kutlayacağım.Sebeple Balıkesir'e gidiyorum bu gece.

Haliyle 2010 ' a dair son yazımı yazmış bulunuyorum.

Şimdi 2010 yılı sonundayız.Geçmişten günümüze göz attığımda bir çok şeyin geçmişte kaldığına bir kere daha kanaat getiriyorum.Gidenlere baybay diyerek;

Yeni yıl herkese en keyifli madde ve bileşenleri,sıhhatle beraber getirsin.Sağlık,başarı,mutluluk ve şans hep yanımızda olsun.

P.S=Kırmızı çamaşır işe yarıyor deneyiniz:)

28 Aralık 2010 Salı

Cemal Safi..

Cemal Safi'yi biliyoruz aslında.Hem de çok iyi biliyoruz.Sevgili Candan Erçetin'in git şarkısının dizeleri bizzat Safi'ye aittir.Bununla birlikte şairin bu güne kadar 40 tanesi Orhan Gencebay tarafından olmak üzere, 150 civarında şiiri bestelenmiş.Yazdığı şiirlere göz atınca ağırlıklı olarak elemli aşk günlüğü tadını alıyoruz.

Bugün kayıtlarımı karıştırırken,Safi'den beğendiğim bir şiire rastladım ve paylaşmak istedim.Beğeninize..

Tufan Öncesi

Nuh’un gemisine beni de alın
Tufan öncesini sezenlerdenim
Yalanı çıkmadı açtığım falın
Sırrın Çincesini çözenlerdenim.

Hayat kavgasında çizmeyi atıp
Barış çarığını giydim yamatıp
Sabır imbiğinde duygu damıtıp
Gönül sancısını süzenlerdenim.

Çok resmini yaptım aşk afetinin
Ehliyim ressamın marifetinin
Ceylan bileğinin zarafetinin
Daha incesini çizenlerdenim.

Değişmem manâsız zevki elemle
Hislerim şiire döndü çilemle
Ak kağıt üstüne kara kalemle
Sözün incisini dizenlerdenim.

Neden çekemezler bilmem ki niye!
Bu hüner ruhuma Hak’tan hediye
Manâ kervanına katıldım diye
Madde hancısını üzenlerdenim...

Cemal Safi

26 Aralık 2010 Pazar

Canon A1'Den Nameler..

Fotoğrafa ilgi duyup eğitimini aldıktan sonra,sevgili abimin de ilk filmli makinası olan Canon-A1 ile çekmeye başlamıştım.Bizim enisin malı kıymetli değildir ama bazı zımbırtıları sanki paha biçilmez hint kumaşı edasında saklaması meşhurdur benim dilimde.

Bu emektar makina da öyle idi..Pek kıymetli.Enis verirken melo aman iyi bak buna güzel makinadır diye sıkı sıkıya tembih etmişti.Benimde en kötü özelliğim dikkat denen yerler,iç güdüsel mi bilmiyorum, en dikkatsiz ehemmiyetsiz davrandığım noktalar olur.Bu makina da o şekilde 1 sene kadar kayıplara karıştı.Ben tüm gemileri yakıp abime söyledim.Kendisi tam sinirlenirken yok eno evde de nerde bilmiyorum diyerek kıvırdım ve yüce rabbim bu garibe acıdı da bir gün makinayı buluverdim.

Canon-350D ye terfi ettiğimden beridir bu makina enisin evde kurduğu fotoğraf makinası müzesinde sevgili zenit ve dierleriyle kardeş kardeş oturuyordu.Bizim burçin fotoğraf kursuna gidip makina aranmaya başlayınca, "bak ben veririm bir makina ama çok kıymetli,vallahi bişi olursa abim ikimizi de harcar" diyerekten emanet ettim.O gün bugündür burçin makinayla ilginç hikayelere imza atar oldu.Son olay şöyle;

Bizim esas kız Balıkesirde okuyor ve emniyet binasının karşısındaki kız yurdunda kalıyor.Geçen gün fotoğraf çekmiş emniyete doğru bir kaç poz.Görenlerden biri de ihbar etmiş emniyeti görüntülüyorlar diye!

Bizim saftor öğle yemeği için kantine iniyor.Hizmetli abla panikle gelerek,"Burçin emniyetten geldiler çabuk odanı topla sizin katta arama yapacaklarmış birisi emniyeti görüntülemiş kimseye söyleme"diyor.

Bizim saftor da "e ben fotoğraf çekiyordum" deyince burçini aşağı polislerin yanına indiriyorlar.Bir kaç sivil polis amca bizim kıza durumu soruyorlar burçin de ben yeni öğreniyorum o tarafa doğru iki poz çektim diyince filmi ver bize diye tutturuyorlar.Şaşkın şipşakçımız da bu makina arkadaşımın ben çıkarmayı biliyorum falan diyor.Adamlar makinayı isteyince de arkadaşın vermem diyor. Polis de arkadaşın gelince
alırsınız diyerek baskınlık yapıyor..Polislerden biri de bizim garip şipşakçının hevesine duygulanmış olsa gerek,"yarın getirir çıkarttırıp,bakın yeni öğreniyormuş kızın hevesini kırmayalım" diyerekten polisleri ikna ediyor.

Polisler bizim şaşkının ifadesini alıp ifadeye imzayı attırıyorlar.Bu sırada yurt müdüresi de "bu kızımız 3 senedir bizle hiç bir sabıkası yok ben kefilim kızımıza" deyip duruyormuş.:D

Son olarak Burçin internetten filmin nasıl çıkarıldığını bularaktan filmi çıkarıp polislere teslim ediyor.

Şaka gibi değil mi??

İlahi Burçin çok yaşa emi:)))

A.Şerif İzgören'le V.Müyak 'ı Sonlandırdık..

Bu yazımı okurken bir yandan da everybody gotta learn sometime dinlemenizi istiyorum.

Nasıldı?Güzeldi.Evet Müyak 5 'in nihayet sonuna geldik.

Efendim Şerif hocamız şenlik getirdi konferansa.Ölmüş ruhlarımızı diriltti.Aslında şunu fark ettim.Hocam kendi çevresini iyi gözlemliyor.Ve belki de asıl yaptığı bu gözlemlerini paylaşmak,paylaşımı çok haklı çünkü biz gözümüze sokulmadan anlayamıyoruz.

Herşey net ve ortada.Hocam uzaklara gitmiyor.Haklı da zaten içimizde(Türklerin içinde) çok çok güzel örneklerimiz var.İdol kabul edebileceğimiz hocalarımız önderlerimiz var.Da işte biz şamda arama meraklısıyız..

Bugün "Süperman Türk olsaydı pelerinini annesi bağlardı" sunumu ile bizlerleydi.Var olanları gözümüze soktu.Bizde hakikaten diyerekten izledik.Konferansın özü bence şuydu;"herşey bizde gizli.."

Varolan yapılan hep bize dönüyordur biryerlerde.Belki fark ediyoruz belki göremiyoruz.Ama önemli olan beklentisizce birşeyler yapmak,yapabilmek/yapmayı istemek..

Ahmet Şerif izgören'e sonsuz saygılarımı iletmek isterim.

Müyak' a da sevgiler !!Yk takımınızı değiştirin bir de bugün yemekle ilgili daha çok patates olacak doyacaksınız cümlesini kuran ablamızı acilen şutlayın derim.

Son olarak da kişiler yetkin ve bilgi deposu olabilir ama sunması bir sanattır.Bunu bu konferansta çook çook gördük.Emeği geçen herkesin yine de ellerine sağlık.Bir daha ki panelin daha verimli olması dileğimle.(en azından iki tane sıcak ikram masası kurmayı düşünmelerini umut ederiz:))

25 Aralık 2010 Cumartesi

5.MÜYAK Konferansındaydık..

Neyi öğrendik organizasyon işi lacileri yada siyah mini elbiseleri çekip topuklularla
salına salına yürümekle olmuyormuş..

Evet belki ağır bir itham bu fakat kötüydü ne yapayım??Bugün Anadolu Üniversitesi
Endüstri Mühendisliği Kulübü'nün düzenlediği 5.MÜYAK konferansındaydık.
Konferans iki gün sürecek.Karsan,Eczacbaşı,Arçelik,Eti,Avea,Denizbank'tan konuşmacıların bankacılık,proje yönetimi vs. konularda fikir ve deneyimlerini paylaşacakları konferansın asıl benim katılma sebebim olan konuğu "Ahmet Şerif İzgören".

Sabah 9 buçukta başlayacak olan ama klasik sarkmalarla 10 da başlayan organizasyon,
ücreti 25 TL olmasına karşın gayet kalabalıktı.Uzuuun uzuuun süren açılış konuşmaları
sonrasında Karsan firmasından teşrif eden adını kestiremediğim(daha doğrusu not defterimde yazıyor ama üç adım atmaya halim yok şuan) beyefendinin kürsüde açılış konuşması gibi masaya 70 derece eğilerek yaptığı konuşmanın uzunca bir kısmında ben uykumun kalan kısmında rüyalar görmekteydim.

Koca kulüp konuşmacının yakasına mikrofon iliştirmeyi 3. sunumda akıl etti çünkü.

Neyse efendim Karsan sonrasında en güzel konuşma Eczacıbaşı'ndan Hamit beye aitti.
Vitra lojikstik sorumlusu olan Hamit bey Eczacıbaşı reklamları ağırlıklı bir
sunum hazırlamıştı ama gayet keyifliydi.Mikrofonu yakasında olduğundan
gayet aktif ve güzel bir sunum yaptı.

Öğle yemeğinde ise en azından sulu yemek olur diye düşlediğimiz ve üniversitenin
öbür ucuna yürüdüğümüzde iki parmak eninde iki dilim pizza ve kola yı öğle
yemeği diye resmen itelediler.Ki zaten o verdiklerini biz AKM'ye dönerken yolda
erittik.Yani enerji'nin e sinde bile etkili olmadı.

Sunumun son konuşmacısı Denizbank'tan şeker bi abimizdi ama ben yine uyudum..
Bu bilmiyorum kaçıncı panelim fakat gittiğim en diplerdeki organizasyon ve
en durgun sunumlardı.

Hele ki en son katıldığımız ODTÜ'deki Y2fi den sonra..

Fikrimce organizasyon adına birşeyler kazanmak isteyen yada bir organizasyonda
pozisyon almak isteyenler kesinlikle önce AIESEC kongrelerinde organizasyon ekibine dahil olup işin inceliklerini,bizzat görerek ve doğru olanın ne olduğunu işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenip törpilenmesi şart.

Yarın Ahmet Şerif İzgören günü.İki oturum şeklinde olacakmış.

Heyecanla bekliyorum.Ve şahane olacağına inanıyorum.Ellerim ayaklarım tutar inşallah.

P.S:yarın katılım gösterecekler yanlarında kumanya getirsinler:)))

24 Aralık 2010 Cuma

ÖZgürlük Heykeli


İlk kez karşılaştığım iddialar karşısında yorumsuz kaldım.Sizle de paylaşmak istedim.

Bugün DUNYATVNEWS te okuduğum bir habere bu yorumum.Yıllardır bildiğimiz hatta benim çok fazlaca ilgimi çeken ve efsane/hikayelerine dair bir sürü araştırma yaptığım "özgürlük heykeli" ile ilgili History Channel ın 16 aralık'ta yayınlanan bölümünde farklı iddialar ortalığa atılmış.İddialara göre Özgürlük heykelinin yaratıcısı Frederic Bartholdi bir masonmuş.Ve birlikte çalıştığı Gustave Eiffel ile Richard Hunt'un da haliyle mason oldukları iddia ediliyor.Kısaca bu heykel masonluk adına bazı ibareler taşıyormuş.

Örneğin;heykel feneri niçin sağ elinde taşıyor? gibi ilginç sorularla yazıdaki iddiaları desteklemişler.

Doğruluğu nedir bilemiyorum.Lakin Illuminati ve masonlara dair geçmiş dönemlerde bir kitap okumuştum.Ve gerçekten ilginçti savunuları ve savunucuları(masonlar).Bu yüzden düşündüğümde olabilitesi yüksek geliyor.

Yine de news in tüm iddialarını bir kenara bırakıp Özgürlük heykelinin hikayesini paylaşmak isterim.

Heykel, 19. yüzyılınn Ortalarında Türk toprağı olan Mısır’a dikilmesi maksadıyla Fransızlar tarafından hazırlanmış ama sonradan yaşanan bazı şanssızlıklar yüzünden Mısır yerine Amerika yolunu tutmuştu. İşin daha da garip tarafı, heykelin masraflarının büyük kısmının, zamanın hükümdarı Sultan Abdüláziz tarafından bizzat ödenmiş olmasıydı.

Mısır Valisi Saik Paşa’nın Fran sız mühendis Ferdinand de Lesseps’e 1854’te hazırlattığı ve Akdeniz ile Kızıldeniz’i birbirine bağlayacak olan Süveyş Kanalı projesi de onaylaması için Osmanlı hükümdarına sunulmuştu. Projenin arkasında Fransa vardı ama İngiltere, Akdeniz’deki ve Hindistan’daki hákimiyetini sona erdirebilecek olan böyle bir hazırlığa Karşı çıkıyor ve zamanın hükümdarı Sultan Abdüláziz’i, projeyi reddetmesi için devamlı bir baskı altında tutuyordu.Saik Paşa ile kanalın mühendisi olan Ferdinand de Lesseps arasında 1854’te varılan anlaşmanın çok ilginç bir maddesi daha vardı: Kanal’ın Akdeniz’e açıldığı yere dev bir heykel dikilecekti. Heykel, firavunlar zamanının giysilerine bürünmüş bir kadın şeklinde olacak ve elinde ‘Asya’nın ışığının Mısır’dan geldiğini’ sembolize eden bir meşale tutacaktı. Sultan Abdülaziz’in ödediği paralar arasında yapılacak olan heykelin masraflarının bir bölümü de vardı. Paşa ve mühendis, eseri Fransa’nın tanınmış heykeltraşlarından olan Frederic Auguste Bartholdi’ye sipariş ettiler, hatta bir hayli avans da ödendi ve Bartholdi işe başladı. Dikileceği yerde monte edilecek şekilde parçalar halinde hazırlanan heykel birkaç sene sonra tamamlanmış, kanalın Akdeniz’e açıldığı yerde birkaç hafta içerisinde yerleştirilebilecek hale getirilmiş ve Marsilya’dan bir gemi ile Mısır’a nakledilmesinin hazırlıklarına bile girişilmişti.Ama,bu sıralarda Saik Paşa’nın yerine Mısır’ın başına geçen İsmail Paşa, Müslüman bir memlekette böylesine büyük bir heykelin dikilmesinin halk arasında hoşnutsuzluk yaratacağını düğündü ve mühendis Ferdinand de Lesseps’e, heykelin Mısır’a getirilmemesi talimatını verdi. Mühendis’in Paşa’yı ikna çabaları neticesiz kaldı. Süveyş Kanalı 1869 Kasım’ında dünyanın dört bir tarafından gelen davetlilerin katıldığı büyük ama ‘heykelsiz’ törenlerle açıldı. Bartholdi’nin eseri ise, Mısır’da bu yaşananlardan sonra Paris’te bir depoya kondu ve tozlanmaya terk edildi.

O yıllarda dünyanın bir başka tarafında, Fransa ile Amerika Birleşik Devletleri arasında büyük bir muhabbet yaşanıyor ve taraflar birbirlerine jest üstüne jest yapıyorlardı. HEYKEL, AMERİKA YOLUNDA Paris’te kurulan Fransız-Amerikan dostluk grubunun lideri olan Edouard Rende Lefebvre de Laboulaye, Fransız Hükümeti’ni Amerikalılar’ın Fransa’nın dostluğunu daima hatırlamaları için bir hediye gönderilmesi konusunda ikna etti ve hediyenin devasa bir heykel olmasa kararlaştırıldı. Heykel bir elinde hukuku simgeleyen bir kitap tutacak, diğer elinde de ‘dünyayı aydınlatan özgürlüğün sembolü’ olan bir meşale taşıyacaktı. sipariş gene aynı heykeltraşa, Frederic Auguste Bartholdi’ye verildi. Bartholdi’nin eseri zaten hazırdı, senelerden beri bir depoda beklemedeydi ve tek eksiği üst kısmında, yani elleriyle kollarında ve yüzünde baza değişiklikler yapılmasıydı. Amerikalılar heykelin New York’un hemen girişinde bulunan ufak adalardan birine yerleştirilmesine karar verdiler. Bartholdi, kaidenin yerini görmek için New York’a gitti ve Paris’e dönüşünde yeniden işe başladı. Bakır ve çelik ten yaptığı heykelin mühendisliği ilgilendiren taraflarını Paris’e kendi adıyla anılan bir kule dikmiş olan Gustave Eiffel ile beraberce çalışarak tamamladı ve 1884 Haziran’ın ilk günlerinde eserini Fransız hükümetine teslim etti.

Bartholdi heykelin yüzünü tamamen değiştirmiş ve meşale annesi Charlotte’in siluetini işlemişti. Birbirine monte edilecek şekilde yapılmış 350 parçadan olunan heykel ‘Sere’ adındaki bir Fransız gemisine yüklendi ve 4 Kasım 1885 günü New York’a ulaştı. New York’ta, bu arada heykelin kaidesinin yapımı için bir bağış kampanyası başlamış, ilk bağışı Macar göçmeni olan, New York’ta ‘World’ adında bir gazete çıkartan Joseph Pulitzer yapmış ve kaide için 100 bin dolar vermişti. Macar göçmeni gazeteci, daha sonra gazetecilikte dünyanın en büyük ödülü sayılan ‘Pulitzer’in de isim babası olacaktı. Kaidenin inşasından sonra sıra heykelin dikilmesine ve resmi açılışa geldi. Bartholdi, New York’a yanına bu defa Süveyş Kanalı’nın mühendisi ve heykelin fikir babası olan Ferdinand de Lesseps’i de alarak gitti ve 1886’nın 25 Ekim’inde yapılan törende eserinin açılışını bizzat yaptı.

Son olarak bu heykelin aynı zamanda bir gözlem kulesi olduğunu da hikayenin sonuna eklemek isterim.

Ahretlik,Gül Tanesi,Can Paresi

Yeni yıla bi kaç gün kala ben son bi kaç günde hayatımda mühim olan bir kaç kişiye bir kaç birşey yazmak
niyetindeyim.

İsim vermeden yazacağım ve tüm yazdıklarım için iyi ki varsınız.

Küçüğüm,bizim evin orda bi park var o zamanlar.Bi de benim karpuz tokalarımla kırmızı eşofman altım.En net bunlar var aklımda.
Hava teyzem bana bakıyor.Dünyanın en şahane teyzesidir kendisi ayrıca.Emeği,hakkı ödenmez,ödeyemem..

Neyse Hava teyzemin beni götürdüğü üç favori mekanım var o yaşlarda.Biri güvercinler,iki o köşedeki park,bide toz biberli ekmek yediğim o güzel ev:)

Birgün yine o parka iniyoruz.Parkta annesiyle oynayan bi küçük daha var herhalde.Bu kısım net değil tamamen işkembeden atıyorum.Ama o küçük benim
ilk arkadaşım oldu bu net.Onu biliyorum.

İp oynardık.Ezan okundu mu tası tarağı toplamadan koşarak eve giderdi:)Sabahın köründe kargalar bokunu yemeden o köşe parka gider salıncakta sallanırdık.

Sonra lisede sıra arkadaşım oldu.Her ne kadar 4 sene her sabah düşman gibi bir cümle etmeden okula kadar gitsek de,hatta yolda ayılan bayılan tüm canlılara üzülüp beni sabahın köründe ifrit etse de:) canımdır o benim.En bitanelerimden yani.Nar tanem gül parem hatta ahretliğim..:)

Değil bir 2011 daha,nefes aldıkça en güzel anlarımızda şimdi de olduğu gibi hep birlikte olmak dileğimle.İyi ki varsın.

22 Aralık 2010 Çarşamba

87 Yıl Önce ve 87 Yıl Sonra...

Bugün sevdiğim bir arkadaşımdan gelen maili paylaşmak istedim.Yorum,fikir,zikir sizlere kalmış..

87 yıl önce onlarca farklı etnik kökenden mucizevi şekilde bir devlet kurmuştuk...

87 yıl sonra bir devletten yine mucizevi şekilde iki-üç devlet çıkarma sevdasına kapılanlarla uğraşıyoruz!
***



87 yıl önce tek ulus olabilmek için, ortak dilimizi en iyi konuşmanın ve yazmanın derdindeydik... Amacımız birlik olup, güçlenmekti...
87 yıl sonra ortak dilden vazgeçtik. Bölünüp, güçlerimizi ayırmaya odaklandık!

***



87 yıl önce dinimizi, kendi dilimizle öğrenip, gereklerini yerine getirmek için atağa kalkmıştık...
87 yıl sonra dinimizi, kendi dilimizle öğrenme ve ibadet etme hakkımızı kaybettik!

***



87 yıl önce çıktığımız yolda, fakir ulusa para kazanmayı öğretmek için Köy Enstitüleri kuruyorduk...
87 yıl sonra geldiğimiz nokta, fakir ulusa oy karşılığı erzak ve kömür dağıtmak!

***



87 yıl önce fabrikalar inşa ediyorduk...
87 yıl sonra bu fabrikaların tamamını sattık, sattıklarımızın yarısından fazlasının kapanmasına göz yumduk!

***



87 yıl önce sanayide ve tarımda kendine yeter bir ülke haline gelmek için atağa kalkmıştık...
87 yıl sonra toplu iğneyi ve karpuzu bile ithal eder olduk!

***


87 yıl önce hayata geçirdiğimiz modelle Avrupaya özgürlük ve demokrasi dersi veriyorduk...

87 yıl sonra özgür ve demokrat olmadığımız için Avrupa Birliğine alınmıyoruz!
***


87 yıl önce benimsediğimiz sistemle kadınlarımızı kısa sürede seçme ve seçilme hakkına kavuşturmuştuk... Dünyaya örnektik...

87 yıl sonra kadınlarımıza, Siz sadece doğurun... Çalışmayın, üretmeyin, sizin yeriniz evinizdir dediğimiz için, kadın-erkek eşitliği sıralamalarında dünyaya rezil oluyoruz!
***



87 yıl önce pozitif bilimleri öğreniyorduk...
87 yıl sonra metafiziğe merak sardık!

***



87 yıl önce kız-erkek bir arada okuyorduk...
87 yıl sonra karşı cinsin bizim için ne kadar tehlikeli olduğunu keşfettik ve okullarımızı ayırdık!

***



87 yıl önce çok sesli müzik dinleyip, vals yapmaya çalışıyorduk...
87 yıl sonra açık alanlarda ilahi dinleyip, biz bize kaldığımızda göbek atıyoruz!

***



87 yıl önce hukuk devletine geçmiştik; kadı efendilerin yerini cumhuriyet savcıları ve hâkimler almıştı...
87 yıl sonra temel hukuk kurallarını, ulemaların fetvalarıyla tartışır olduk!

***



87 yıl önce öğretmenlerimiz başımızın tacıydı...
87 yıl sonra milyonlarca öğretmen adayı açıkta ve başımızın belası(!)

***



87 yıl önce yüzlerce ayrı meslekten esnafın bir arada çalıştığı çarşılarımız vardı...
87 yıl sonra sadece Çin ve Avrupa mallarının bir arada satıldığı alışveriş merkezlerimiz!

***



87 yıl önce Karaköy-Beşiktaş arasını at arabasıyla 15 dakikada gidiyorduk...
87 yıl sonra yüz binlerce liralık lüks otomobillerle iki saatte gidemiyoruz!

***



87 yıl önce Atatürkün nerede ne zaman karşımıza çıkacağı belli değildi...
87 yıl sonra yollar bir saat önceden kesildiği için, devlet adamlarımızın nerede ne yaptıklarını bizzat takip ediyoruz!

***



87 yıl önce cahilden ve okumamıştan korkuyorduk...
87 yıl sonra okumuşları kodese tıkıp, cahillere umut bağlar olduk!

***



87 yıl önce milletvekilliği yemini bir anlam taşıyordu...
87 yıl sonra bir formalite oldu!

***



87 yıl önce annelerimizin, ablalarımızın başı yine bağlıydı ama altlarına daracık pantolonlar giymiyorlardı...
87 yıl sonra bazı kadınlarımız dini kuralları yeniden yorumlayıp, seksi kıyafeti, makyajı ve türbanı bir araya getirdi!

***



87 yıl önce Araplar bizi taklit etmeye çalışıyordu...
87 yıl sonra biz Arap hayranı olduk!

***



87 yıl önce Anadolunun en küçük kasabasında bile, kimse kimsenin yediğine-içtiğine karışmıyordu...
87 yıl sonra bazı büyük şehirlerde bile içkili lokanta kalmadı!

***



87 yıl önce otobüs firmaları için bilet satan amcalar yolcunun cinsiyetini merak etmiyordu...
87 yıl sonra Bayan yanı mı?yı keşfettik!

***



87 yıl önce Kurtuluş Savaşını kazanıp cumhuriyeti kuranları saygıyla ve rahmetle anıyorduk...
87 yıl sonra Neden padişah efendimizi gönderdiniz diye hakaret ediyoruz!

***



87 yıl önce Mustafa Kemal Paşa, Çok Yaşa diyorduk..
87 yıl sonra yeniden Padişahım Çok Yaşa demeye başladık...

***



87 yıl önce ülkeyi nasıl yöneteceğimize Türkiye Büyük Millet Meclisinde karar veriyorduk...
87 yıl sonra ABDye ve ABye sormadan karar alamaz olduk!

***



87 yıl önce millet olmayı öğreniyorduk....
87 yıl sonra ümmet olmayı dayatıyorlar!

***



87 yıl önce Cumhuriyet ilan edildiğinde tüm kentlerin en büyük meydanlarını doldurup, büyük bir sevinç yaşamıştık...
87 yıl sonra resmi tatili fırsat bilip, iki-üç gün kaçamak yaptığımız için seviniyoruz...

***



87 yıl önce onca yokluk içinde mutlu ve umutluyduk...
87 yıl sonra her şeyimiz var ama ne mutluyuz ne de umutlu!

***



87 yıl önce geleceğimiz vardı...

87 yıl sonra yarının ne getireceğini bilemez olduk!

21 Aralık 2010 Salı

Karşımızdaaa Futurizm..


Bir süredir araştırdığım bir konuyu paylaşacağım bugün.

Karşımızdaa "futurizm".Nedir bu yenir mi içilir mi?

Futurizm ilk olarak İtalya'da ortaya çıkmış ,yakın zamanda Türkiye'de de tohumları atılmış,ve yeni yeni yayılmaya başlayan, kimilerinin duymadığı,kimilerinin ise hayatına yeni bir yön verirken fazlaca benimsediği bir akım.

Öz olarak şöyle denebilir;kişilerin zaten bir geleceğimiz var bu geleceği er yada geç yaşayacağız daha farklı bir ifade ile e zaten kaderimiz belli neyse onu yaşarız bağnazlığından öte,var olan ve her geçen gün fazla fazla gelişen teknoloji ve erişilebilirlik dünyasında kendi geleceğimizi istediğimiz şekilde yönlendirebilmek bizim elimizde olgusu futurist fikri benimsemiş insanların savunusudur.

Evet bencede bu teknolojiyi ve bu erişilebilirliği ki bakınız wikileaks bile var artık:) kullanarak,geleceğimizin iplerini çook rahat idare edebiliriz.

Ufuk hanım;(Ufuk Tarhan) yine geçen sene Osmangazi Üniversitesi Kariyer günlerinde tanış olduğum girişimci ve başarılı bir iş kadını.Türkiye'deki futurist görüşün öncülerinden biri ve şuan M-GEN Gelecek Planlama Merkezi Kurucusu aynı zamanda Türkiye Futuristler derneğinin başkanı.

Şayet nedir bu Melis ucundan azcık azcık bahsetmişsin diyen varsa(ki kasıtlı olarak bunu yaptığımı itiraf ediyorum:) ) işte burdan
futurist Türkiye'nin adresine erişerek daha detaylı bilgiye sahip olup,dernek etkinlikleri ile ilgili bilgilere de ulaşabilirsiniz.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Dunbar'ın Sayısı:150


Siz hiç duydunuz mu bilmiyorum ama ben ilk kez bugün internette gezerken böyle birşey olduğunu duydum ve belki sizin de haberiniz yoktur diyerek paylaşmak istedim.

Esas adamımız ;Robin Dunbar,kendisi bir antropolog.

Antropologlar, primatların doğal hayatta yaşadıkları grupların sayısı ile neokorteks (beynin evrimsel olarak en geç ortaya çıkmış, yüksek seviye bilişsel işlevleri olan bölümü) bölgesinin hacmi arasında bir korelasyon olduğunu bulmuşlar. "bana bir türün ortalama neokorteks hacmini verin, size o türün doğal hayatta ne kadar büyük gruplar
hâlinde yaşadığını söyleyeyim." in kelime mealini sevgili Robin amcamız açmış..

Bizim neokorteks hacmimize bakarak insanlar için bu ideal grup büyüklüğünü 150 civarı hesaplamış.Buna da DUNBAR'ın sayısı demiş..
Sosyal açıdan kararlı, insanların başa çıkabileceği maksimum grup büyüklüğünün aşağı yukarı bu olduğunu söylüyor.

İlişkinin açıklamasını antropologlar,sosyal bir ortamda yaşamanın ileri düzey işlevlerin evrilmesi için itici güç olduğu gerekçesi ile yapıyorlar.Ne kadar kalabalık grup, o kadar entrika, dedikodu ve ihtiras.

Konuyla ilgili bir başka yorumu da Gladwell ,insanın en fazla 150 kişiyle sosyal ilişkilerini verimli olarak yürütebileceğini ileri sürerek yapıyor..Gladwell,buna bir eklemede bulunur ve bir fikri yaymanız için ihtiyacınız olan kişi sayısı 150′dir der. Daha da ilginci 150 kişiyi geçtikten sonra bir fikrin yayılmasının daha zor olduğunu söyler.

Herkese keyifli haftalar..

17 Aralık 2010 Cuma

Lingo Lingo 12 li Lingo

Efendim bir şarkı vardır bilir herkes lingo lingo şişeler rakı da mı içtin sen bensiz nağmeleriyle sürer gider.
Ah bileydim bu şarkının lingolu kısmı kaderim olacak..Ah bi bileydim..

Bilindiği üzere istatistik okuyorum.Maalesef çünkü anneden emdiklerimiz siyah süt şeklinde böğür böğür burnumuzdan
geldi bu sene.Okul okumuyoruz, çile erbabı insanlarız biz.

Hep bi ödev hengamesi.Sokaklarda saçma sapan gezmeyeli epey oldu..Evet epeyce oldu..Sabah erken kalk bilmem kime
git veri al.Okula git hocalar hiç ödev vermemişler gibi yine bişiler istesinler.Revamı bu?

Sanki yüksek inşaat mühendisi yetiştiriyorlar.

Gelelim lingo münasebetine.Lingo 12 adlı o kaknem programa sanıyorum 90 kişi şuan da sövmekte.Bu programla
yön eylem araştırmalarındaki modellerimizi analiz etmemiz gerek ama lingo bir dert yuvası.

Doğruyu bulamıyoruz.Herkes bi başka bişi dio.Asistan bana gelmeyin dio.Kime gidelim güvenliğe mi sevgi hoca?
Yazık yazık bileydim bu bölüm bu kadar zor okumazdım anam babam.Elim ekmek tutardı bari:D

İstatistik ista-tistik 300-500!

14 Aralık 2010 Salı

Büyümeye Özenme Çocuk..

büyümek yaşla olsaydı keşke çocuk
okumayı öğreneceksin önce
her gördüğünü bir heves okuyacaksın
arkadaş olmayı öğreneceksin
herkesi arka-daş'ın sanacaksın
sınavların olacak
en zor sınavım var diyeceksin
aşık olacaksın çocuk
hiç tahmin etmediğin yerlerden
gelmeye başlayacak sorular
belki bir gecede büyümek zorunda kalacaksın
tutunmayı öğreneceksin çocuk
azla yetinmeyi öğrenmenin yolu
o geceden geçmiş demekki diyeceksin
için acıyacak çocuk
keşke ile tanışacaksın
olurda ikinci bir şansın olursa
yapmayacaksın belki
ama o zaman da başka şeyler olacak
keşkelerin artacak
çok ağlayacaksın çocuk
o süslü püslü hayatlara takılıp
saygıyı ve saygınlığını yitirmezsen
küçükcük şeylerle mutlu olmayı bileceksin
basit bir müzikle mutlu olmayı da
öğreneceksin elbet
bir gülüşle ısınacak
bir lafa üşüyeceksin sıcak bir yaz ortası
sağ elin soluna giderken
herşeyim dediklerinin
sol yanında yara olduğunu fark edeceksin
kanayacaksın çocuk
hiç düşünmeden harcadığın paranın
nasıl zor elde edildiğine kanaat getireceksin
aklar değil hayatlar düşecek şakaklarına
yılma çocuk
herşey bitti dediğin yerde
ayakta kalmayı öğrendiğin gün büyüyeceksin.

M.Melis ERYILMAZ

13 Aralık 2010 Pazartesi

Önce Kendi İçinizdeki Çocuğa Öğretin..

Kızlarınızı iyi yetiştirin.
Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.
Namuslu olmanın yürekten geçtiğini öğre...tin. Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
İstediğini giymeyi öğretin . İnsanın ahlakının s......adece kendi beyninde olduğunu öğretin.
Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin. Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.... Devamını Gör
Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
Arayıp neredesin ; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.
Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.

Oğullarınızı iyi yetiştirin.
Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine dönen kadının "aranmadığını" öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz Hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin

Alıntıdır:İbrahim Tarhan

11 Aralık 2010 Cumartesi

Uzun Boylu Esmer Adam!


Haftasonu geldi.En sevdiğim gün olan Cumartesi'ye de an itibariyle startımızı verdik.Koca bir gün mayış mayış oturup pencereden kar seyrettim.Evet bugün Eskişehir'e 2010 kışının ilk karı düştü.Ben de sıcacık çayımla bu karın keyfini doya doya yaptım.Biraz çalıştım.Biraz tavşanımızla oynadım.Sonrasında ev ahali gelmeye başladı.Ne yapalım ne edelim derken cümleten film izleme kararı aldık.

Gün için anlamlıydı.Cuma günüydü,tatile giriş günüydü.Herkes film izlemek niyetindeydi..Bir de şarabımız vardı keyifli bir Cuma paylaşıyorduk.

İlk tercihimiz Ratatouille oldu.Çok keyifli bir filmdi.Fakat biz o filmi akşam 7 den 10 a kadar ancak izledik:)Her part arasında bi yemek arası verdik.Yok patlak mısır,yok çiköfte..Film harikaydı.Tavsiye ederim.

İkinci tercihimiz Woody Allen'dan yanaydı.Antonio Banderas ve Anthony Hopkins de oynayınca herhalde güzeldir dedik.Eziyet çektik!film saçma olduğu kadar sonu da besbeterdi.Lanetler ettik.Saat oldu bir buçuk oncaa saatimizi yedik bitirdik!

HErkes yattı.Ben de bu notları aldım.Blogda yayınlayayım dedim.Neden? sırf biz eziyeti çektik siz çekmeyin diye.Zaten film
imdb 'de 6.0 oy almış!Rezalet.Herhalde Banderas'ın figuran gibi oynadığı ve filmin ilk yarım saati yahu nerde banderas diye seyircinin simaları taradığı yegane film budur!Son not biz anlamadık uzun boylu esmer adamımız kim?!Anlayan varsa bize de bi ses ediversin..

İyi geceler.Güzel Cumartesiler..:)

9 Aralık 2010 Perşembe

USB Disk Bootable Yapmak

Günlerdir beni uğraştıran birşey vardı.Annemin netbook una format atmak!Aslında uğraşılacak bir kısım da yok ortada.Mevzu bahis şu ki bilindiği üzere netbooklarda usb girişi var sadece.DVD sürücü olmadığından ya harici dvd sürücü gerekli yada usb yi bootable yapmak.İşte sorun olan kısım usb mizi bootable yapabilmekte idi.

İnternette herkesin pek iyi bildiği ama uygulayınca hiç bir cacık çıkmayan onlarca bootable denedim , iki gecedir manyak oldu flash disk!Ve son bulduğum wintoflash programı bu bootable yapam olayımızı zırt diye çözdü.

Belki ihtiyacınız olur diyerekten usb disk nasıl bootable yapılır resimlerle anlatacağım.(resimlere tıklayarak büyük halini görebilirsiniz.)

wintoflash programını indirdikten sonra karşımıza gelen sözleşmeyi kabul ediyoruz.Ve aşağıdaki ekran karşımıza geliyor.


Bu ekrandaki "windows kurulum sihirbazı transferi" yazısını tıklıyoruz.

Karşımıza gelen ikinci pencere aşağıdaki gibi oluyor.


Herhangi bir değişiklik yapmadan sonraki butonuna tıklıyoruz.
Kaşımıza şu görüntü geliyor:


Bu pencereden de "windows dosyaları yolu" etiketi için yükleyeceğimiz işletim sistemimizin bulunduğu klasörü göstererek ,"Usb sürücü" etiketine de flash diskimizin bulunduğu sürücüyü işaretleyerek "sonraki" butonuna basıyoruz.Ve karşımıza
aşağıdaki ekran geldiğinde işlem başlatılmış oluyor.



İşlemimiz flash diskimizin performansı ile paralel olarak uzun sürebilir.Çünkü program yapısında, öncelikle flashımızı biçimlendiriyor.Sonrasında hedef gösterilen işletim sistemi dosyalarımızı flash diskimize atıyor.

Bundan sonra gelecek ekranlarda sonraki butonuna basarak ve en son pencerede de sonlandır diyerek usb mizi bootable haline getirmiş oluyoruz.

Bilgisayarımızı yeniden başlatıp boot ayarlarına erişiyoruz.İlk görülecek hedef yüksek ihtimalle hdd olarak işaretlenmiştir.Burdan ilk hedefimizi usb disk olarak belirleyip kaydedip çıkış yapıyoruz.Makina kendini tekrar başlatıp öncelikli olarak usb mizi görüyor.Ve format işlemimizi gerçekleştiriyoruz.Umarım açıklayıcı
olmuştur yönlendirmelerim.Sorularınız için meliserylmz@gmail.com:) sevgiler:)

DİKKAT!:Bootable işlemi ile flash diskdeki tüm dosyalarınız silinmektedir.Önemli bilgilerinizi yedekleyip işlemi öyle yapınız!

Rüya Görmeye Hasret!



Benim dönemlerim vardır ki o dönemlerde kessen uykum gelmez.Gene o menem döneme back ettik beynimi.
Süt içiyorum,papatya çayı içiyorum,omzum sebebiyle kas gevşetici de içiyorum fakat yok..!

Hiç bir stilde uyku uyuyamama gibi bi durumum var.Yerimi yadırgadım herhalde diye alaşağı ediyorum yatağı,
müzik dinliyorum,kitap okuyorum yok.O gözler maşallah cin gibi.Kapanmıyor!

Bi arkadaşım koyun say dedi.Ben de koyunları saya saya hayal dünyamda ahırlar silsilesi yarattığımı dile getirdim.
Gerçekten bir çözüm gerek..Neden uyuyamıyorum yahu ben?!!

Tavsiyeleri değerlendiriyorum..Var mı tavsiyesi olan??

5 Aralık 2010 Pazar

Tahir ile Zühre

Kendimi inzivaya çektim bir kaç gündür gayet sakin bir hayat sürmekte olup,kitap okuyorum,müzik dinliyorum ve düşünüyorum.Üzerimde çok yorumlanamayan bir durgunluk hali mevcut.Bitlerim öldü de pirelerim can veriyor sanki.
Sanırım mevsimden ötürü.İnsan oğlunu genelde bahar çarpar ne işse beni kış çarptı bu sene.Hem de nasıl bir çarpmak..

Nazım Hikmet aşkım da depreşti.Pirayeye yazdığı mektupları irdeliyorum.Abimle aynı kanıdayız sanırım.Hapisteyken aman Pirayem canım Pirayem biricik sevgilim,gözümün nuru diyor.

Normal zamanlarda Piraye yan kapıda komşu sanki...Hadi beni kış çarpmış da Nazım'a ne çarpmış o bile belli değil..

Çok uzatmadan Nazım'ın abimin de en sevdiği şiiriyle sonlandıracağım bugünlük..Keyifli Haftalar..

TAHİR İLE ZÜHRE

Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte,
Yani yürekte..

Meselâ bir barikatta dövüşerek,
Meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken,
Meselâ denerken damarlarında bir serumu,
Ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin,
Ama o bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak.
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık,
Yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da,
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil…
Nazım Hikmet Ran

2 Aralık 2010 Perşembe

JCI Aylık Toplantısı'ndaydık..


Dün akşam ibis hotel de gerçekleşen JCI aylık toplantısındaydık.İlk kez JCI topluluğu ile aynı ortamda bulunduğumdan dolayı açıkçası bir heyecan söz konusuydu bende.

Toplantıya kendimizi kısaca tanıtmakla başkadık,en genç konuklar bizdik.Genel de iş güç sahibi insanların yer aldığı bir konuk skalası mevcuttu.Vizyon ve misyon sahibi saygın insanlardı..Sonrasında JCI jeneriği ile toplantımız başladı.

Devamında benim ilk kez tanıma fırsatı bulduğum sayın Metin ERKAYA beyefendi Aşık Veysel'in hayatını demeç olarak bizlere sundu.Sıkıcı değildi,farklı geldi bana..Aşık Veysel'i tercih etmesi beni önce şaşırtmış olsa da sonrasında sebebine iştirak ettik.Çok güzel bir konuşmaydı.Fevkalade bir toplantıydı.

Yeni dönem yönetim kurulu ile tanışıklık kuruldu.Emeği geçen tüm JCI ekibine sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum..

En son olarak şunu eklemek isterim bu topluluktaki en ilgimi çeken şey,konukların çoğu fazlasıyla mütevazıydı.

Tavsiyem şehrinizde varsa bir JCI şubesi mutlaka gidip ziyaret edin.Farklı ve güzel bir havası var...

JCI nedir daha ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Eskiden Yazlar da Kışlar da Uzundu..

Nedense bu ara eskilerden bahsetme ihtiyacındayım.Çünkü eskiler bir şekilde
kendilerini özletiyorlar..

Eskiden yazlar uzundu mesela hatırlıyorum da keyfine doyum olmazdı.Yazlığa giderdik,teyzemlere ayvalığa giderdik,armutluya memolara
giderdik giderdik de giderdik yani.Ama yaz bitmezdi.Ben okulda öğrendiğim herşeyi unuturdum.Zaten yaz çok uzun olduğundan yaz ödevlerini
yaparım daha çok var diye uzatır da uzatırdım..Sonuçta o ödevler bitmezdi ama olsun:)

Kışlar da geçmek bilmezdi.Hep soğuk olurdu.O kalın montu sanki bir sene giyiyoruz gibi gelirdi bana.Yasomla ikimizin
sarı montları vardı.iki civciv gibi gezerdik.Ellerimiz ayaklarımız buz keserdi.Bayramda Eskişehir'e gelirdik.Kesin kar yağmış olurdu
anneannemlerin evinin önündeki parkta kardan adam yapardık.Kışın hiç bir yere gidilmediğinden olsa gerek o kış da bitmek bilmezdi..

Büyümek harika gelirdi bana.Hiç öyle büyük görünmek için makyaj fln yapmadım gerçi.Gerzek kızlar gibi 15 inde 20 göstermek o yaşımda da
hoşuma gitmezdi hala da gitmiyor.Ki zaten hala çok makyaj yapmam.Ama büyüklük güzeldi.Abim arkadaşına urfaya gitmişti bi kere.Ne güzeldi
annem beni bursaya bile yollamazdı ki.Küçüktüm ben.Yazın abimler diskoya giderdi Evren abi,Yiğit abi,Mert abi toplanırlar
paradisoya giderlerdi.Diskonun yolu bizim evin önünden geçtiği için mecburen görürdüm onları balkondan bakardım öyle melül melül.
Bi kere ben de gitmek istemiştim annem sen daha küçüksün diye o kaknem cümleyi kafama kakıvermişti.Nolurdu ki gitsem??

22 yaşındaydı abim.Soranlara 22 yaşında diyordum.Ben 15 idim o zmnlar.Off derdim bu çocuk ne büyük ya.Ehliyeti bile var.Ne süper.Ben herhalde
22 olamicam.Çünkü 13 yaşımdan 15 yaşıma o aradaki iki seneyi on yılda devirmişim gibi geliyordu benim takvimimde takvim 5 geri bir ileriydi sanırım.


Sokakta oynarken bize bakan amca yada teyze iyi insanlardı.Şimdi bakıyoruz ya sapıktır ya da manyak.Ötesi olur mu olabilir ama o akıllı olanları da
bizi bulmaz herhalde..

Tabi eskiden üniversitede okumak da çok ciksdi.O hala ciks tabi ben gençliğimden yerimden ünversiteli olmamdan gayette memnunum lakin
ekmek elden su gölden dizisinin de sonuna geldik sayılır.Son bir perde kaldı.Sonra çıkış kapısına yönelip ciddi ciddi iş aramak gerekli.

Yani eskiden zaman geçmek bilmezdi ya şimdi bir gün o kadar az geliyor ki..

işte böyle..Şarkıda diyor ya çocuklardık parlak yıldızlardık o zaman,şimdi büyüdük kirlendi dünya ...

2010 yılının Aralık ayına siftahımızı da bugün itibariyle yaptık.Haydi hayırlısı..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...