31 Ocak 2011 Pazartesi

Nedir Bu Bookcrossing?

Aslında bizim açımızdan herşey bu mesajlaşmanın bedava olmasıyla vuku buldu bence..Önce 100 mesaj davasıyla başlayıp şuan benim hakim olduğum kadarıyla 11bin sms olayına dayanan sudan ucuz kampanyalar saolsun...

Tabi bi adam vardı canı sıkılan sloganıyla pohpohlandığını düşündüğüm iletiş/im-sizlik zincir mesajla zirvelere vurdu. Bu mesajı göndermezsen on yıl kötü talih peşini bırakmayacak.Sanki mesajı gönderince faturamı iyi talih ödeyecekmiş gibi..

Dünya'da ise mail zincirleri aynı paralelde hızla boy gösterdi.

Neyse devam edeyim;olay bu zincirlerle aldı gitti.Ama tabi her kötü şeyde kenarlara gizlenmiş bir güzellik olduğu gibi, bu çılgınlık da güzel şeylere gebe oldu.

Mesela bookcrossing:).Nedir bu?

Tüm dünyanın kitabı peşinde koşan bir site:)Mesela bir kitap aldınız kitabı bu siteden kayıt ediyorsunuz.Ve yine siteden temin edebileceğiniz yazıyı bu kitabın bir kenarına iliştiriyorsunuz.(Ki bence kendiniz yazarsanız daha güzel olur , ben böyle yapacağım en azından:))

Hayal edelim ki güzel bir günde sakin bir kafede kahve keyfi yaparken,kitabı okumaya dalıyorsunuz.Ve kitap öyle güzel ki bir de bakıyorsunuz kitabınız bitmiş.Bitirdiğiniz kitabı çantanıza koymak yerine masada bırakıp çıkıyorsunuz.Belki de içine bir not eklemek geçiyordur içinizden kim bilir..

O masaya gelen bir başka kişi bu kitabın sayfalarına şöyle bir göz atarken içindeki notu görüyor,içten bir gülümseme yayılmakla beraber(bu rastlantıdaki esas kızımız/oğlumuz dana değilse yayılır herhalde bir gülümseme:))kitabı alıp beraberinde götürüyor.

Kim bilir belki,kitabı bir otobüs durağında yada tren garında bitirir ve kitabımız bir başka şehirde okunmaya devam eder..

Peki biz bu kitap nerde,nasıl bilebiliriz.İşte bunu sitede kitabımızın takibi girildiği sürece takip edebiliyoruz.Yada okumak istediğiniz kitap en son nerede görülmüş yine siteden siz kontrol edebilirsiniz:) (bide "xoxo" yazsam tam olacak gossip girl dekiler gibi bir cümle oldu:D)

Bence hem çok eğlenceli hemde çok güzel bir fikir.

Son olarak mesleğim gereği eklemeliyim :P sitenin istatistiklerinden gördüğüm şu ki; Türkiye'deki paylaşım henüz çok kişiye ulaşamamış .Bununla beraber,en çok potansiyel
sırasıyla İngiltere,Amerika ve İspanya'da..(Eskişehir'de henüz 18 kişi:( )

En kısa zamanda tatil sonrası ilk fırsatta ben de bu uygulamaya dahil olacağım.Ve paylaşacağım tekrardan..

Daha fazlası için yukardaki link i kaçıranlara buradan buyrun diyorum.:)





30 Ocak 2011 Pazar

Poşet Çay Nasıl Keşfedildi?


Ben aslında çay içmeyi çok seven biri değildim taa ki Pınar'ımla tanışana kadar.Kendisi Resmen tiryaki.Elinde olsa çantasında demlik taşıyacak cinsten..:)Bu sebeple körle yatan şaşı kalkar hesabı ben de bir senedir çay tiryakisi oldum.

Hele ki akşam yemeğinden sonra mis gibi bir demleme çay bana direkt daire 8 i hatırlatıyor..Dün akşam yemek sonrası çay demledim.Nedense bir anda aklıma Rusya'da yediğimiz löp makarna sonrası içtiğimiz sallama çaylar geldi:) Erenlerin Türkiye'den getirdiği halis mulis türk çayı doğuş çayın sallama poşetleri..

Sonra da bir konferansta(ama hangi konferans hatırlamıyorum) dinlediğim poşet çayların meşhur olma hikayesi cereyan etti fikrimde.

Yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 100 yıl evvel Amerikalı bir tüccar promosyon olarak ipek kumaşların içersine biraz çay yaprağı koyup dağıtıyormuş.Tesadüf bu ya bu promosyonları alan tüketiciler ipek torbadaki çayı kullanmak yerine direkt poşeti sıcak suya atmışlar.Ve bu tesadüf ile poşet çay fikri kısa zamanda Amerika'da popüler olmuş.Ardından yaklaşık bir 50 yıl sonra İngilizler ancak benimsemişler bu fikri ve kullanışlılığı.Şuan ingilizlerin neredeyse tamamına
yakını poşet çay kullanıyorlar.Yani fazlasıyla benimsenmiş:)

Tabii canım ülkem ağzının tadını biliyor.Güzelim demleme çay varken sallama çaya hemen papuç bırakmayan Türkiye, sanırım 25 yıldır falan poşet çayı kabul etmiş.Aslında kabul de değil zor anlarda kolay oluyor diye hoşgörülü bakmaya başlamışız hepsi bu:) İlk olarak da Unilever firması Lipton markası ile ülkemize sokmuş sallama çayları.

Ben taze bir çay tiryakisi olarak hala hiç haz etmesem de bu sallama poşet çaylardan,zorunlu hallerde yine de gideri var diyorum:)

Bir de bizim haller gençlik merkezindeki nargilecimiz fark etse bu yabani poşet çayların kesinlikle orjinal demleme türk çayının yerini tutmadığını bizden mutlusu olmaz herhalde.Kavunlu nargile & demleme çay..hmmm miss olur hemde:)

Şimdilik sallama çay,nargileye devam tabi..

29 Ocak 2011 Cumartesi

Enis'ten İçimizi Isıtacak Hikayeler..:)

Bizim aile hakikaten komedi dizilerine taş çıkarır.

Abim Türkiye'ye gelen bir arkadaşıyla ,yatağı-yorganı hariç tüm eşyalarını çantaya sıkıştırmak suretiyle, göndermiş..

En baştan anlatayım.Abim oraya gitti gideli sıkıntıdan ebay üzerinden alışveriş yapıyordu zaten.Bahanesi de "melo kargo ücreti fln çok az olum çok rahat gelio".Bizde ses çıkartmıyoruz tabi.Sıkılıyor sıkıntıdan birşeyler alıyor diyorum ben kendi kendime.

Fakat sanırım kendisini Almanya'da tatilde hissediyor,böyle bir Almancı tipine büründü.
Herkeslere hediyeler alıyor..Kemal Sunal hesabı bi mutfak robotu almamış.Neyse dedik bu da sıkıntıdan..Amaa bugün gönderdiği çantayı açınca hakikaten şoka girdim.

Çantanın en üstünde kendisinin kullanmakta ısrar ettiği ama sağı solu her yeri kaymış laptop ı duruyordu.Altında üsse ait dergiler.Ve bir de gazete.(bunları ne yapacak anlamadım ama sıkılıyor ya garibim..ondan herhalde:D)
Alta indikçe bi tshirt karmaşası gördüm.Ben diyeyim 5 tane siz diyin 10 tane tshirt almış.Bana telefonda "melo kuzene memoya fln hediye aldım" diyordu zaten ama, ben en üstte duran kırmızı tshirt ü açınca ambale oldum.

İçine atkuyruklu bir sumo güreşçisi sıkıntı çekmeden girer çünkü.Bunu da herhalde çoluk çocuk ma aile giyerler hesabına almışmıştır diyerek geçtim.

Fakat sonrasında kocaman bir deri mont çıktı.Hani onu ne manada aldığına bahane bulamadım.Birde yanında deri eldivenler..!
Hani derler ya şahtı şahbaz oldu o takımla tam şahbaz olacak bizim oğlan belli:D

Çantayı kapama kararı aldım.Gerisini de annesi incelesin.Azıcık şaşırsın istedim:)

Abime bir not;
Abicim sen c3 ün üstünü açtır,deri montla eldivenleri giyer rüzgara karşı sürersin,havan olur:D

28 Ocak 2011 Cuma

Fizy Turkcell'le Elele Dönüyor:)

Bildiğimiz üzere ülkemizdeki çapraşık olaylar zincirine bir halka da fizy ile eklenmişti.

Site içeriğinde yayınlanan müzik eserlerinin telif haklarıyla ilgili yaşanan problem nedeniyle
bttarafından yapılan başvuru doğrultusunda yerli fizy'e erişimin engellenmişti.Fakat aynı zamanda dünyaca ünlü Mashable Ödülleri'nde de "En iyi müzik bulma servisi" dalında birinci seçilmişti.

Son dönemde sosyal medyada Turkcell ile Fizy birleşmesi yaşanacağı sıkça konuşuluyordu.Tabi
bu birleşmenin altında da tamamen duygusal sebepler yattığını söylemeye gerek bile yok.

Müyap'ın bir kaç milyon dolarcık talebi doğrultusunda ,Turkcell bu finans sıkıntısını
çözümleyecek en büyük teklifi yapmış.

Ve artık,webrazzi den okuduğum habere göre, netleştiği öne sürülen yeni fizy ortağı Turkcell'imiş.


Fakat açıklama yapılmamışsa bile eli kulağındadır diye düşünüyorum.

Yani yerli fizy mize kavuşmak üzereyiz:)

Fizy müziğin gıdasıdır:P

26 Ocak 2011 Çarşamba

Polaroid'in Yeni Cep Baskı Ünitesi "PoGo"

Hani eskiden polaroid makinalar vardı.Halkın yoğunluk gösterdiği yerlerde polaroidci amcalar görürdük.Şipşak çekerlerdi.

Hatta,sanıyorum yine 5-6 yaş civarındayım abim de olsa olsa 13-14 yaşlarında,Medrano diye
ünlü mü ünlü bir sirk vardı.O Yalova'ya gelince annem bizi götürmüştü sirke.Sirkte ufak bi kaplanı abim eline almıştı.Bende yanında durmuştum ürkek ürkek:)Polaroidci amca şipşak iki sn de fotoğrafımızı çekmişti.Önce simsiyah görünen fotoğraf salladıkça orjinal renklerine bürünmüştü. Bana da hayli enteresan gelmişti tabi..:)

Bahsettiğim şipşakların hem isim hem model sahibi Polaroid 60 yıl önce, bugünün bir kaç saniye içinde fotoğraf çıkaran makineleriyle bir çığır açmış zaten.. Makinanın içindeki küçük bir fotoğraf laboratuarı, bir dakikadan daha kısa bir sürede siyah beyaz fotoğraf baskısı yapabiliyormuş.
Renkli fotoğraf çekebilen ilk polaroid fotoğraf makinesi ise 1963'te yapılmış.

Şimdi yine Polaroid'in devrimsel nitelikteki mürekkepsiz baskı işlemine sahip Anında Dijital Fotoğraf Yazıcıları, Dijital veya anında baskı yapan Analog Fotoğraf Makineleri, fotoğraf çekme ve baskı işlemlerine yeni bir boyut kazandırmakta.Mini fotoğraf baskı makinası "Polaroid PoGo"yu üretmişler.Yandaki resimde de görüldüğü üzere compak makina büyüklüğündeki mini printer,
Bluetooth destekli kameralı cep telefonlarından veya PictBridge destekli dijital fotoğraf makinelerinden, USB üzerinden resim basmamızı sağlıyormuş.Benim cidden çok hoşuma gitti:)Çektiği kareleri baskı yapmayı sevenler için gayet kullanışlı olabilir. Özellikle seyahat anında..

Yazının başında bahsettiğim Polaroidci amcalar yeni kuşak Polaroid le
sahalara geri dönebilirler bence:)Çok da şık olur.

25 Ocak 2011 Salı

Elif Şafak'ın Firarperesti

Elif Şafak'ın Firarperesti'nin sonuna geldim.Kitap hakkında düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Daha evvelden köşe yazılarından derleme bir kitap okumamıştım.Benim için bir ilk oldu.Ama nedense çok ayrı bir tat aldım okurken.Özellikle bu kitapta ilgilimi çeken şu oldu,köşe yazılarının
sıralamasında çok güzel yumuşak geçişlerle beslenmişti kitap.Mesela aşka dair bir yazının hemen ardından anidengündemden beslenerek yazılmış bir yazıya geçmek yerine aşk'adair,alışkanlıklara dair,hayata dair şeklinde yumuşak geçişler keyifle okumamdaki büyük bir etmendi.

Şimdi hangi tarz bi yazı okuyacağım şeklinde,aralarında uçurumlar olan konulara daldan dala atlamayarak okuyucuyu bocalatmaması bence çok başarılıydı.

Bu köşe yazıları derlemesi olarak okuduğum ilk kitap belki fakat Elif Şafak'ın okuduğum üçüncü kitabıydı.

Bundan evvel Aşk'ı ve Araf ı okumuştum.

Aşk'ı okurken uzun bir döneme yayılmıştı.Çok okumaya fırsat bulamamakla beraber,kısa kısa okuyabildiğimden,konudan hep kopuyordum.Ki bence bu durum maalesef ki kitabın tadını kaçıran en büyük etmen.Bu yüzden bitmesine az kala bırakmıştım.

Araf'ta ise durum biraz daha farklıydı.Bir süredir okumak istiyordum ama denk gelemiyordu.Apart arkadaşım Hazal'ın kütüphanesinde bulunca da direkt atıldım. Güzeldi.Farklıydı.Karakterlerin isimlerinden pek haz edememiş olsamda:) :P akıcıydı.

Yani şaka bir yana güzeldi.Elif Şafak'ın kaleminden başka dünyaları hayal etmek güzeldi.Bu sebeple firarperesti okumaya başlarken de hiç tereddüt etmedim.

Okumayanlar varsa kesinlikle öneririm.Tadı damağımda kaldı..:)

24 Ocak 2011 Pazartesi

MSN & Facebook'tan Bulaşan Malwarebytes Nasıl Temizlenir?

Eskiden truva atları en büyük korkulu rüyamızdı.Bulaştı mı bilgisayara, öldür allah silemezdik.Çoğaldıkça çoğalırdı.Son çare format atmak olurdu.

Günümüz teknolojisi geliştikçe,bilgilerini dijital ortamda depolayan kurum/kişi sayısı da artış gösterdiği için ,buna paralel olarak bilgi avcıları(yada hırsızı demek daha doğru sanırım) sayesinde virüs dünyasında da yeni model virüsçükler geliştiriliyor.

İşte yeni dönemde virüs top 10 da bir numaramız "malware"ler.Bir dönem msn e bulaşıyordu.Sohbet arkadaşlarından, istem dışı,gelen linklere tıkladığımızda bilgisayarımıza atlıyordu.Şuanda da aynı mantıkla ilerliyor fakat her nasıl olduysa facebook hesaplarına da hızla bulaşmaya başlamış.

Geçen gün bir arkadaşımdan gelen video linkine tıklamak suretiyle benim makinama da bulaştı.Varolan virüs programları ile de temizlenemeyen bu virüs sanıyorum ki bu yazıyı okuyan bir çok arkadaşın derdi.

Explorer ile bilgisayarı scan eden şaşkın virüsü siz sil komutu verdiğiniz halde silemiyorsanız kendi çözümümü sizle paylaşmak istedim.

I) İlk olarak buradan tıklarayarak indirebileceğiniz "Malwarebytes Anti-Malware 1.50.1" programını bilgisayarımıza indirip kuruyoruz.
II) Ardından derin tarama ile tüm disklerimizi işaretleme suretiyle bilgisayarımızı scan ediyoruz.
III) Tarama bittikten sonra bulunan öğeleri göster e basarak seçili öğeleri kaldır diyerek virüsün bulaşmış olduğu klasörleri siliyoruz.
IV) Bilgisarayımızı yeniden başlatma istediğini onaylıyoruz.İşte hepsi bu kadar:)

Formatsız konuyu çözümlemiş olduk.Umarım işinize yarar bir bilgi paylaşımı olmuştur.Keyifli bir Pazartesi olması dileğimle.

23 Ocak 2011 Pazar

Final Sonrası Hayata Adaptasyon Çağrısı..

Yoruldum.Evet üç yıllık üniversite hayatımda hiç ama hiç geçmek bilmeyen bir final dönemini daha geride bıraktık.Geride bırakmak güzel şey de umarım harf notları yüzümüzü güldürür.

Şuan bir tane nazar boncukumu saklıyorum:))Tek FF le atlatmış olmayı diliyorum.Çünkü gerçekten bahtsız bir dönemdi.Gereksiz işler müdürü olarak bir sürü gereksiz hengamede savruldum durdum..

Biraz dinlenebilirsem ve kendime kızmayı bırakırsam herşey güzel olacak sanırım.Çünkü sırada yeni planları yürürlüğe koymak var.

Ufuk hanımla bağlantılarım sürüyor.2011 bahar dönemi OGU ye bir başka gelecek.:)Çalışmalar devam ediyor..:)Kocaman bir süprizle döneceğim umarım(bir aksilik olmazsa..:))Yarından itibaren araştırma geliştirme günlerime geri dönüyorum.Haydi iyi haftalar olsun:)

17 Ocak 2011 Pazartesi

Koreliler'den Yeni Buluş:Kitap Yıkama Makinası:)

Ya buna ne demeli?ben ilk okuduğumda yok devedeki bale papucu dedim!Koreli kardeşlerimiz herşey tamamdı bir eksik kitaparın misliğiydi diye düşünmüş
olmalılar ki kitap yıkama makinasını da üretivermişler.
Oh gözün aydın dünyalı.Herkes mispaktı bi kitaplar pisti zaten artık onları da yıkayabiliriz.
(koreli gene ne varsa sizde var gör:))

Bir bakıma güzel aslında lakin ihtiyaç mıdır kestiremedim.

Şuan Trakya Üniversitesi'nde edinilmiş bir makina ve kullanılıyormuş.

Üniversitenin Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanı Ender Bilar makinanın çalışmasını;"Makine ozon ya da karbon gibi zararlı madde üretmeyen, en küçük toz parçacıkları ile her tür virüs, küf ve mantarları toplayabilen statik elektrik film filtresine sahip bir cihazdır. Kitabı bir dakika gibi kısa bir sürede temizler ve güzel bir koku verir. kitabı aldığınızda kitap mis gibi kokar." şeklinde bir demeçle anlatmış.

Hadi yine iyisiniz Trakyalılar mis kokulu kitaplarınız var artık:)





16 Ocak 2011 Pazar

David Nicholls-Bir Gün

Kitap okumayı sevdiğim gibi,kitapevlerinde saatlerce kitapları incelemeye de bayılırım.Hatta yine müzik zevkim gibi dönemdeki ruh halime göre kitap evindeki ruh halime yatkın kitap bölümüne ilgim daha fazla olur.

Tabi ki bununla beraber güncel yayınları da yakınen takip ederim.Ve ay içersinde mutlaka bir güncel yayın,(çok satanlardan) okurum.Fakat "bir gün" bugüne kadar kitapevinde hiç bir rafta gözüme çarpmamış ve ilginci kimseden de işitmediğim bir kitaptı.

Kitaba yapılan yorumlardan yola çıkarak okumaya karar verdiğim bir roman oldu.20 yıllık bir aşk hikayesini anlatıyordu.

David Nicholls yazarak internette arandığında,yazarınyayımlanmış en hit kitabı bu.Neyleyim ki bana yorumlar ölçüsünde ilginç gelmedi.Tabi ki bu nacizane fikrimdir..

Dex ve Em 1988 in 15 Temmuz'unda mezuniyet gecesinde tanışırlar.Kurgu Dex ve Em'in birbirlerini ne zaman fark edeceklerine,aslında iki iyi arkadaş olduklarına fakat aynı zamanda iyi birer ruh eşi olduklarını farkedememelerine dair sürüp gidiyor.Olaylar silsilesi günlük şeklinde ama her yılın 15 Temmuz'unda kaleme alınmış.Dili ve akıcılığı açısından gayet basit olan kitapta bana en enteresan gelen her yılın aynı gününde iki karakterin yaptıklarına yer verilmesiydi.

Düşünün ki bir günlük tutuyorsunuz ve sadece yılın aynı gününü yazıyorsunuz.Aslında denemesi bile farklı olabilir.:)

Kuruguda Em daha tutumlu ilişkiler sergilerken,Dex hızla sevgili değiştiriyor.

Kitabın sonunu söylemeyeceğim,belki okumayı düşünenler olabilir..

Şunu da ekleyeyim kitabın filmi çekiliyormuş.Edindiğim bilgilere göre 2011 de vizyona girecek ve Emma'yı "Anne Hathaway", Dexter'ı ise "Jim Sturgess" oynayacakmış.

Her zaman sahne,mekan ve oyuncuların bana ait olduğu bir dünyayı kendim yaratmayı tercih ettiğimden,bence önce kitabı okuması sonra filmi izlemeyi tercih edin derim..

Sizin hayalinizdeki sokaklarla yapımcının tercih ettiği sokaklar arasındaki farkı izlemek daha keyifli oluyor bence.Hayalinizde, sizin evinizin köşe başında vuku bulan bir sahne,filmde gitmediğimiz bir şehrin herhangi bir sokağında can buluyor ya bu bana hep eğlenceli gelmiştir.:)


Keyifli Pazarlar..

15 Ocak 2011 Cumartesi

Bazı Firmaların Garanti ve Satış Sonrası Destekleri Hakkında..

Bildiğimiz üzere elektronik eşya gerçekten şans işidir.Her ne kadar iyi bir model/marka da almış olsak bozulması gayet normal.Lakin bizim dikkat etmemiz gereken satış sonrası teknik destek ve garanti olmalı.

Bu paralelde benim kadar garanti/teknik bilgi için müşteri hizmetlerini arayan yoktur herhalde.Özellikle son zamanlarda haftada ortalama 2 ile 5 kez arasında farklı firmaların müşteri hizmetleriyle konuşmaktayım:)Neticede aldığım ürün/hizmetin tam anlamıyla karşılığını görmek istemekteyim.

Bugün birkaç firmanın garanti ve satış sonrası teknik desteği ile ilgili yaşadıklarımı ve fikirlerimi paylaşacağım.

HP

İlk olarak bilgisayarımdan başlamalıyım.Bu konuda aslında çok da objektif olamayabilirim.Çünkü ben hp nin kurumsal müşterisiyim.Kurumsal destek ve bireysel destek her firmada farklı muamele olarak ayrılır.Bilgisayarımın anakartı ile
ilgili sıkıntısında 10 gün içersinde yurtdışından yeni anakart getirtildi ve yenilenerek bana gönderildi.Yeni bir anakart
için bence hayli kısa bir süreidi.Diğer bir sıkıntımda da pil göstergesinde "pilinizi değiştirin" uyarısı almaktaydım.

Bilgisayarımı tam 1 yıl evvel aldığımdan normal olarak pil ömrü de epeyce düşmüştü.Saolsun hp ye gönderim yaptım ve ışık hızıyla tam 3 günde bilgisayarım yeni pil ile gönderildi.(eskisi ile değiştirilmiş).Kısaca satış sonrası gayet güzel.

Microsoft

Microsoft bluetooth mouse kullanmaktayım.Bilgisayarıma ipod'umu bağladığımda bluetooth algısı kitleniyor ve usb aygıt tanımama sıkıntısı çekiyorum.Bu sebeple firmayı aradığımda gayet beni hp ye pasladılar.Hp ise harika bir çözüm buldu,"Format atın".Bu sorunu kendim çözdüm.Ve formatsız olayı çözümledim.Microsoft'a satış sonrası destekte olsa olsa on üzerinden 5 verebilirim.O da geçmiş dönemde yaşamış olduğum eşleşme sıkıntımda yardımcı olduğu için.

WD(western digital)

Kullanmakta olduğum 320GB hdd bir gün hiç bir darbe vs yada yanlış donanım kaldırma yapmadığım halde klasörlerimi açmamaya başladı.Tam bir yıldır kullandığım hdd mi garantiye gönderdim.Bilgilerim kurtarılamadı lakin şuan piyasada bulunan yeni model ve USB3.0 olan hdd 4 gün içersinde adresime kargolandı.

SEGATECH

Kuzenimin 1TB lık hdd si bozuldu , garantiye göndermek istedim.Fakat bu firmada şöyle bir sıkıntı var garanti ile ilgili desteği biraz karmaşık.Bozuk olan hdd yi İst. a gönderdim.Garanti ile ilgili yazışmaları amerika ile yaptım.Yeni ve üst model hdd Hollanda'dan geldi.

Karmaşık bir garanti desteği var.Satış sonrası anlamında tavsiye edemeyeceğim.

GENERAL MOBİLE

Maalesef çift hat teknolojisinde tercih edilebilinecek en eli yüzü düzgün telefonlar bu firmaya ait olduğundan DST-350 gold
modelini bir yıl evvel aldım.Fakat eylül ayında telefon kıyağından ikiye ayrıldı.Ekran da bozuldu haliyle.Üşengeçliğimden 1 hafta evvel garanti için "telpa" ya gönderdim.

Telpa ile ilgili biraz yazmam gerekli bence;öncelikle müşteri hizmetleri yetkilileri (2 farklı kişiyle görüştüm) alıcı ödemeli nedemek gönderen ödemeli ne demek pek kavramış değiller.Bu sebeple alıcı ödemeli dendi bana.Ben de alıcı ödemeli yolladım.Fakat ertesi sabah kargo arayarak firmanın ödemeli kabul etmediğini ödeyeceksem teslim edileceğini söyledi.Kabul ettim ödemeyi tabiki ve telefon gönderildi.

Sonrasında telefondan bir hafta hiç bir haber alamadım.İki kere kendim aradım.İlkinde kayıt bulamadılar.İkincide bilgilendirme istedim biz sizi bilgilendireceğiz dediler.Ertesi gün telefon evime geldi kargoyla:)

Yani telpanın garantisine diyeceğim yok fakat müşteriyi bilgilendirme konusunda sıkıntıları var.

Yine de general mobile tercih etmem mecbur kalmasam.

Yukarıda eleştirdiğim firmalarla ilgili bir alışverişiniz olursa diye en azından ben fikirlerimi ve görüşlerimi paylaştım tercih etmek/etmemek size kalmış tabiki..

9 Ocak 2011 Pazar

Yaş 35-Hümeyra

Yazılarımdan da açıkça görüldüğü üzre abimi çok özledim.Hal böyle olunca agresif bir hal alır oldum.
Kendisi her dönem şahsına münasır bir cd yapar da dinlerdi.Bende pek beğenirdim.
bu şarkıyı her duyduğumda yine kendisi aklıma geliyor.burda da paylaşmak istedim.Cahit Sıtkı'ya saygılarımla.
Hümeyra'da ne güzel yorumlamış ama değil mi..?

Youtube - Hümeyra Şarkıları-Yaş Otuzbeş Dinle

Panasonic Lumix DMC ile Eski Modellere Dönüş..

Daha evvel bahsetmiştim.Fotoğrafa karşı bi ilgim olduğu doğrudur.Bu ilgi alaka da sevgili abimden gözlem yoluyla bulaşmıştır.Şimdi gelelim makinalara.

Bu SLR makinalarda farklı bir kaç marka söz konusu olmakla beraber en bilinen markalardan ikisi nikon ve canon'dur.Ve genelde bu iki markanın kullanıcılarına nikoncu/canoncu olarak tabir edilir.

Ben kesinlikle Nikoncuyum velevki Canon 350-D kullanmaktayım.Peki neden?

Genelde büyük çocuğa ne alınırsa onun küçülenlerini gelecek dönem içersinde küçük kardeş giyer.Bizde bu durum azıcık farklılaşıyor, sevgili abimin tüm malları eskiyince direkt bana geçer yaada kendisi madden benden iyi olduğundan
o beğenir alır ben kullanırım.:)Parazit model:)

Bizim olay bu karmaşada gelişir gider bildim bileli.Yani kullandığım alet/edevatların çoğunluğu Enis'imden hibedir:)Saolsun varolsun.Bu da olmayabilirdi.=)

Bizim bu entel dantel hobilerimize start veren Enis beyin bir de eski makina koleksiyonu var.

Haa bu makinaları kesin gittigidiyordan,ebayden yada ihtiyaç durumunda mecburiyetten satan kişilerden kelepir düşürmüş olması kuvvetle muhtemeldir.Çünkü iki kardeş ucuz bok olsa alırız:)

Bu manteliteyle ilerleyen abimde ,ve çarşı durağında henüz kapanmış olan fotoğrafçının antika fotoğraf makinaları arasında görmüş olduğum makinaya hayli benzeyen eski model makinaları Panasonic tekrardan üretmeye başlamış.

Benim önce photoshop yapmışlar galiba deyip odaklandığım sizinde yanda gördüğünüz resim plemix'in sitesinde bulunmakta.Ve makinanın detaylarına da oradan ulaşabilirsiniz.Ayrıca sizinde göreceğiniz üzere sitedeki fiyatlar hayli uygun.Makina almayı düşünen varsa sitede güzel modeller de mevcut.Artık paypal la mı alırsınız USA den bi tanıdık bulur da mı yollatırsınız size kalmış.Ben bildiğimi paylaştım.Ucuz olsun bizim olsun:)

Herkese keyifli pazarlar..:)

8 Ocak 2011 Cumartesi

Fırlama Papuçların Yaratıcısı "Kobi Levi"


Kobi Levi kimdir?Belki moda/tasarım meraklıları bu ismi yakınen tanıyor.Belki de ilk kez rastladığımız bir isim.Tanımıyor olmanız muhtemel zira ben de yeni tanıdım.

Kendisi aşağıda bir kaç resmini verdiğim sıradışı fakat şahane görünen fırlama papuçların yaratıcısı.

İnternette yapılan bir yorumda sanat ve moda çizgisinde diye tabir edilen bu tasarımların sahibi;Jerusalem,
"Bezalel Academy Of Art& Design" dan mezunmuş.Ve bu zamana kadar freelance çalışıyormuş.
Kendisinin "artistic ayakkabı" olarak nitelendirdiği bu şahane papuçların her biri el yapımıymış.
Levi; "bu ayakkabılar benim tualim" diyor.

Peki bu tasarımların ilhamı nereden geliyor??

Bu soruyu ;aklıma gelen konseptlerin hayallerimi tetiklemesi olarak cevaplıyor.

"heykeltraşlığın giyilebilir bir parçası" olarak nitelendirdiği bu konsept e ben bayıldım:)

Modadan çok anladığımı söyleyemicem,bu yüzden bu tasarımları giyen olur mu yorumum yok.En kötü
al odanda süs diye dursun:)(moda cahili bir insandan olsa olsa bu yorum gelirdi zaten:))

7 Ocak 2011 Cuma

Starbucks ve Pepsi Yeni Yüzüyle Tükeciyi Selamlıyor


Markalaşma yarışı içinde olan firma ve insanlar içersinde dönüp duran günümüzde,fast food akımını ülkemizde hakkıyla dalgalandıran amerikalılar tabi ki kahvedede aynı dalgayı fazlasıyla yarattılar.

İlk olarak 1971 yılında iki öğretmen ve bir yazar tarafından açılan,Mobidik'teki "starbuck" karakterinden esinlenerek yaratılan adıyla "starbucks" ,ABD'li kahve dükkanı,2003 yılından beri ülkemize giriş yaptı.Ve özellikle son yıllarda baya sevilen bir kahve firması haline geldi.

Logosuna bunca zamandır deniz kızı ve çevresindeki starbucks coffee yazısıyla aşina olduğumuz kahve zinciri yeni yüzüyle demlenmeye devam edecekmiş.Değişme sebebini de şirketin CEO su Howard Schultz,paketlenmiş ürünler satışına hız kazandıracağına inandıkları için böyle bir yenilik yapmak kararına vardıkları şeklinde açıklamış.

Şirket aslında ABD'de pakette çay,kahve ve marketlerdeki dondurmalarıylada hizmet veriyormuş.

Eskişehir'de de bir dönem açılıp sonradan kapanan bir şubesi var olmuş.Tabii o dönemde bugünkü kadar ünlü ve gençler arasında ciks olmadığından kapıya kilit vurması da normal olmuş zannımca.

Şirketin en üzüldüğüm haberi ise; bende de olan,sevgili abimin hediye ettiği,güğüm hacmindeki ağır kupaların yerine artık daha hafif porselenler kullanılacakmış.İyi de zaten işin keyifli yanı oydu bence Howard amca!

Ayrıca totalde 140 bin bardağın değişecek olması ben de o bardaklar ne olacak peki fikrini de uyandırdı.

Bi kaçını bana verseler nasıl mutlu olurum anlatamam:) yazık olmasın yani o bakımdan diyorum.
Son olarak;bakın bu logo tarih süresince nasıl değişmiş?


A. 15. yüzyıldan (logonun içinde bulunan desen)
B. İlk Starbucks logosu (1971-1987)
C. Il Giornale logosu
D. Starbucks ve Il Giornale logolarının karışımı
E. Yenilenmiş Starbucks logosu (1992-günümüze)
F. En yeni Starbucks logosu



Pepsi de 111 yıllık tarihinde 10. kez logosunu yenilemiş ve yeni yıla girdiğimizden beri Türkiye'deki ürünlerinin logo yüzünü değiştiriyormuş.
Yenilik güzeldir de 10.kez yenilenmek de biraz fazla geldi bana.Marka dinanizmi fikri tabiki de güzeldir(kesinlikle destekliyorum) lakin pepsi de tavan yapmış:)Ama yinede yeni logo güzelmiş demeden de geçmeyeyim:)

Son olarak 2011 nisan ayına kadar ürünlerdeki logo değişimi tamamlanmış olacakmış.

Kekliği Düz Ovada Avlarlar..

Aslında yazacak birşey bulamadım da aklıma garip cümleler geldi.Ben de ah nedir nerden gelir,kime edilir,edene mi gider,ettirene mi bunları yorumlamak istedim.:)

Efendim hayat bilindiği üzere herşeylere gebedir.Hep polyanna olunmaz.Olunamaz.
Bir gün gelir gözüne çomak sokarcasına gerçekleri sokuşturur gözüne gözüne.İşte
o noktada uyuyan her kimse(prens/prenses) zırt diye uyanır.

Aslında sadece ayılar değil insanlarda kış uykusuna yatar.Biz ona keklik uykusu diyeceğiz.

Şimdi efendim şayet ki bu uykuyu mışıl mışıl uyuyorsanız hayat,renk renk balonlar uçuruyordur.Siz de alık alık ,ağzınız iki metre açık, ayyy caannımm nidalarıyla eşlik ediyorsunuzdur o masala.Eşşekler kuş gibi,tüplü televizyon plazma gibi,tomruğu da (kalasda değil) insan gibi hissedip mutlu olabiliyorsanız,sıkıntı vardır.Biz bu duruma keklik uykusunda bir sandık ayva yemek de diyelim.

Gün gelir balonlar patlar.O ayvalar boğaza dizilir.Dizilen ayvalar beyindeki şok mekanizmasını tetikler,dolayısıyla sizin gözleriniz fal taşı misali büyücek büyücek yerinde dönerek döner durur.

Semptomlar:Keklik uyandı,balonlar patlak,tüplü televizyonun tüpü bile yok.Tomrukda tomrukmuş hani..3 e 5 ..

Şimdi onca ayvayı yediğine mi yanarsın,gül bahçesindeyken tomruğa taptığına mı kızarsın,onca yalana bal gibi de kandığına mı..

İşte bu noktada bir ah.. edip kestirmeden u çizmek iyidir.Biz türkler nasıl diyor:"zararın neresinden dönersek kar"..

Ama ah bu yani öyle zırt diye olmaz.Demlenir demlenir..Yeri ve zamanı uygun olduğunda kesinlikle ettireni bulur.

İki öper bi selamlar keklik olmayın derim(Memo kulakların çınçın etsin:D).Saygılar.

P.S:siz gene de ah etmeyin die topluma güzel bir mesaj vereyim.:)

6 Ocak 2011 Perşembe

Bu Hayvanları çok seviniz !... Hangilerini mi ?

Bugün gelen maili paylaşmak istedim.Ben okurken çok güldüm ve çok da hak verdim:) Buyrun siz de okuyun:

1- Tünellerde park lambası ya da farlar yerine dörtlülerini yakan ÖKÜZLERİ,
2- Lastiği patladığında bunu sol şeritte değiştiren DEVELERİ,
3- Bir yaya geçsin diye yavaşladığınız veya durduğunuzda sağınızdan/solunuzdan bir de size ters ters bakarak geçen ÇAKALLARI,
4- Far ayarının ne demek olduğunu bilmeyip ya da ona verilecek 2-3 lirayı servet sanıp arkanızda gözünüzü kamaştıran DAVARLARI,
5- Karda önden çekişli arabasının arka tekerlerine zincir takıp sonra "abi bi el atsana" diye yardım isteyen EŞEKLERİ,
6- Dakikalarca aynalarına bakmadan otobanın sol şeridinde sizin süratinizden en az 50-60 km yavaş giderek salınan KOYUNLARI,
7- Yeni yıkadığınız arabanızı batırmakla mükellef, cam yıkama fıskıyesini ayarlamaktan aciz BEYGİRLERİ,
8- Arabasında biriktirip çöpe atması gerekenleri yola atan DOMUZLARI,
9- Trafik 2 dakika durdu mu kornaya basan AYILARI,
10- Her yere tüküren LAMALARI,
11- Evinin kapısına geldiği adamın ziline basmaktansa, arabanın kornasına basmayı tercih eden SIĞIRLARI.
... ve tecrübelerinizde olan diğerlerini...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Müzik,Kitap,Şiir..

Yeni keşiflerimi paylaşayım bu yazımda.Melis DanismendMüzik adına yeni keşfim sevgili adaşım Melis Danişmend!Ben yeni keşfettim kendisini."Daha Az Renk" albümünü edindim
gün boyu dinlediklerim içersine aldım.

Konusamadigimiz Seyler Var!Diğer favorim çevremdeki herkesin yeter dediği Sıla.Son albüm dehşet olmuş.Çıktığı ilk günden beri yolda,evde bilimum heryerde dinliyorum.Şiddetle tavsiyemdir.

Müzik için son tavsiyemde en son katıldığım bir kongrede dinleme fırsatı bulduğum Cem Köksal."Siyah Beyaz Masallar" harika olmuş.
"Vals A Rosenthal" her derde deva ilaç gibi:)

Yabancı alanında iki önerim Rihanna ve Gossip - "Pop Goes The World".Dinleyiniz.

Roman'a geçersem blogumda da görüldüğü üzere "bir gün" romanını okuyorum.Evdeki
kitapların arasında iki tane olduğunu görünce bir de kitabın yorumlarını görünce
herhalde aladdinin cinini çıkaracak kadar güzel dedim başladım okumaya.
Henüz anlayamadım yorumların neden bu denli olduğunu.Sürüklemiyor süründürüyor.Aman diyorum!

Elif Safak_firarperestAynı anda bir kaç kitap okuyorum diğer okuduğum kitap Elif Şafak-"Firarperest".Kitapta nokta atışı cümleler bir hayli.Altlarını çizmekten bir hal oldum.Bir örnek; "kelime cömerdi,duygu cimrisi bugünün insanı." diyor
kitapta.Okuyunuz.

Teknoloji adına yeni haber yada benim yeni okuduğum bir haber demem daha doğrudur bilemiyorum;Nokia'nın çift hatlı telefonlarını üretmiş.Telefonların tasarımı fred çakmaktaş tasarımı gibi olsa da,GM'ye benim gibi lanet edenler varsa nokia tercih edilir.Modelleri c1-00 ve c2-00.İnceleyebilirsiniz.(c1-00 resmi internet sitesinde mevcut değil ama google dan arattığım haberlerde mevcut.)


Şiir'e gelirsem;Pablo Neruda paylaşmak isterim:

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
İzzetinefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
İstemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
Görmek istemekten kaçınanlar
Yavaş yavaş ölürler.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
Dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler...

Pablo Neruda

2 Ocak 2011 Pazar

Ahh Beee Ablanın Kasesi De Kırıldı..?!! :)

Yeni yıl geldi hoş geldi.2010 yılına baktığımda aslında gayet deminde bir yıl oldu benim için.Hastalıklar,sağlığa,acabalar,işteye,keşkeler,iyikilere dönüştü.Yani geriye dönüp baktığımda totalde bereketli bir yıl diye etiketleyebiliyorum.

Gelelim yeni yıl akşamına.Herkes bir yerlerde geçirdi.Kimi başka bir şehirde,kimi evde neticede herkesin keyifle geçirmiş olmasını dilerim.Ben de canım arkadaşım Burçin'ime Balıkesir'e gittim.Kendi gibi kıymetli arkadaşları ve ben çok keyifli,çok eğlenceli bir gece geçirdik.Gün içersinde hazırladığımız mezelerle masamızı donatıp,hoş bir muhabbetle yeni yılın ilk dakikalarını getirdik.Benim erkenden uykum gelmiş olup,gidip usulca yatmış olsam da sevgili Emre olmaaaaz diye avaz avaz bağırarak kaldırdı beni:)Çok güleç,bol kahkalı bir geceye devam ettim.

Akabinde komik anılar,ve komşu ablamızın kırılan sütlaç çanağı anı olarak hafızalarımıza kazındı.

Emre den yeni yılın ilk repliği" ahh beee ablanın kasesi de kırıldı.." olarak belirlendi:)

Ertesi gün Balıkesir'in o çılgın soğuğunda gün boyu dolaştık ve ben dünden beri feci şekilde hastayım.Ama olsun:)

Şimdi bomba gibi bir sınav dönemi bizi bekler.Tüm final katılımcılarına saygı ve sevgilerimle keyifli haftalar..:)
Unutmayalım önemli olan finallere kalmaktır:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...