26 Mart 2010 Cuma

Vize Dönemi Semptomları..

Eveet sonunda sayfama yeni bir template yaptım.Çok cancanlı oldu.Ama çokta güzel oldu fikrimce.
ztn şu vize zamanlarında nasıl beceriyorsam en güzel uğraşları hep bu dönemde keşfeder vize sonrası aynen rutinlerime,sıkılmalarıma geri dönerim.Hep sağımda ve solumda iki şeytanın beni ayartmaya çalıştığını hayal ederim.Bu şeytanların genelde
vize zamanı hortluyorlar.Yoksa vizeler yokken html'le uğraşmak aklımda bile yoktu.
Bu maalesef birinci uğraştı, ikinci uğraş sevgili flütüm geldi sonunda.Sevindirici bi geliş mi kederlenmem mi gerek bilemedim.Çünkü iki gündür üflüyorum.Velakin şöyle bi sorun var.Benim ona onca süre üflememden sonra 10 dakika kadar başım dönüo.Bnm bi parça çaldıktan sonra bayılmamam işten bile değil demekki.
inşallah yaza kadar flüt olayını kıvırırım.O kıvrılıp bana dönmezse iyidir =P ve umarım vize sonrası aynı hevesim devam eder..
Bugün itibariyle de bir haftalık bi ara veriyorum yazılara.Vize arası:)Bakalım vizelerde yazacak neler biriktiricem..Hayırlısı

25 Mart 2010 Perşembe

Eskişehir'de ki yoğunluktan bir gün..


Bu Eskişehir'in popülasyonu her yıl biraz daha mı artıyor ?ben bunu anlamak istiyorum.Geçen sene de kalabalıktı.Fakat
en azından ayakta olsa da biniyorduk toplu taşıma araçlarına.Ama azizim bu sene toplu taşıma felaket hallerde.sırf sabah ve iş/okul çıkışı saatlerinde değil günün
her saati hava boşluğu dahi olmuyor, ki tramvaya binebilmek bi yerde dursun.kalabalıkta akraba oluyoruz yanımızdakiyle omuz omuza yoldaş modunda...Dolu dolu..
Her sabah Off diyorum gene okula gidicem.Ben ne güzel sakin sakin biniyorum.Kenarda da duruyorum ayak altı olmasın diye.Ama yaşlı teyzelerin ödüllük performansı
beni ve benim gibi sakin güne başlayan herkesi delirtiyor.Bugün ki vaka ise akşamüstü vuku buldu.
Tuğçe'yle güle oynaya gidiyoruz.Baktık tramvay kalkmak üzere.Bir daha kine binelim dedik.Ağırdan yürüyoruz turnikeye doğru.
Millet gene binmek için hırs yapmış tepeleye tepeleye binmeye çalıyor.Den sonra geldi boş tramvay. biz bindk bi de güzel oturduk.
Zaten yorulmuşuz.Yaşlı teyzeler binmesin (çok saygılıyız ya) yer vermek zorunda kalmayalım diye duacıyım.Her durakta abartısız ikiye katlıyoruz
sayıyı.Çarşıya 2 durak kala bir teyze bindi.İteleye iteleye..Tramvay hareket etti teyze bastı yaygarayı."kapı açilirsa düşerim."bi arkadaş sakince diyor ki "teyzecim sadece durakta açılıyor kapılar ." teyze hiç dinlemeden usanmadan "ben düşeceem.Kaçın kenara" diyo.Bir yandan da yer olmayan tramvayda elalemi itekleyerek kendine yaşam alanı açmaya çalışıyor.Benim yanımdaki kız kucağıma oturdu oturacak.Mırıl mırıl söyleniyor.O söylendikçe biz gülüyoruz.Bu arada milleti afakanlar bastı.Ve biz böyle 2 durak gittik.Teyze
susmadan düşeceeem dedikçe biz cümbür cemaat sabır diyoruz.Hani ufacık bi alan olsateyzeyi kötü kötü kesen abla oyacak teyzemizin gözlerini.Böyle samimi bir yolculuktan sonra çok şükür herkes sağlam ve metanetli vardı çarşıya..
Bazen düşünüyorum da şu küçük eskişehirin gidişi gidişmidir.Tamam İstanbul'un kalabalığı artık alışılagelmiş te bizim dünkü şehir e ne oluyor yahu?Böyle giderse
ben bu taşıma sıkıntısı yüzünden okula falan gitmem!Ne güzel okula gelen gelmiyor zaten.İmza atan da geçiyor atmayanda..Bize de böle eziyette
ambole olmak düşüyor!Vay halimize.Keşke duysa beni yılmaz amca(belediye başkanı:)) duysada osmangazi seferlerine bi el atsa.Mesela sıklaşsa seferler..Bizde sakin sakin gidiversek okula..:)

23 Mart 2010 Salı

Veda Mustafa'ya Kapak Olsun!


Uzun süredir gitmek istiyordum "veda"ya.Fakat bir türlü fırsat yaratamamıştım.Bugün yengemle sinemaya gitmeye karar verdik.
Hakkında bir sürü yazıldı çizildi.Sinema salonunda yer yok görünüyor.Filmi 2 kişi seyrediyor şeklinde AntiAtatürkçülerin oyunları türlü türlü yazıldı çizildi.(yalanda değilmiş.Espark cinebonus en küçük salonunu uygun görmüş bunu kınıyorum!birde gerçekten o ufacık salonun yarısı doluydu bu üzücü:( )
Kimileri beğendi kimileri beğenmedi.Ben tüm okuduklarımı ve duyduklarımı kapıda bırakıp girdim filme.
Salih Bozok'un oğluna yazdığı mektup şeklinde olayların geçişi benim hoşuma gitti.Anlatılan olaylar çok güzel aktarılmış.
Özellikle Dolunay ve eşinin performansına bayıldım.Film sonunda alkışlamamak için ellerimi ceplerime zor sokuşturdum.
Çok güzeldi.Özellikle Çanakkale Zaferi kısmında resmen ordaymışım hissine kapıldım.Çok gerçekçiydi.Tüğlerim diken diken oldu.
Hoşuma giden bir başka sahne de Ata'nın annesinin ölümünü aldığındaki ruh hali idi.Birde fikriye ile olan sahneleri..
Yani ben o sahne bu sahne diye sayarım daha.Ama dilerim ki gidip filmi izleyin.Filmden çıktığımda sevgili abimin bu filmin neresini
beğenmediğini sorup durdum kendime.Hala da bulmuş değilim.Hoş kendisi ztn hiç birşeyi beğenmiyor.:)Askere gitsin de görsün yaylaları.İnş o zmn
beğeni kriterleri değişir.
Livaneli'nin emeğine,yüreğine sağlık.Ama keşke daha uzun olsaydı.Şahsen ben doyamadım.Bir de geçen gün İzmirli bir arkadaşla konuşuyorduk.Mevzu Zübeyde
Hanım'a gelince Karşıyaka'da mezarı olduğunu bildiğime çok şaşırdı.Birçokları bilmez dedi.Bende eklemek istedim.Zübeyde Hanım'ın İzmir/Karşıyaka dadır mezarı.
Bu arada özgürcüm okuyorsan blog'umu burda senden de bahsetmişken İzmir turu sözünü de unutmazsın umarım:P İyi geceler dostlar:)Yayınıma burda ara veriyorum.Esen kalın:)
:)

21 Mart 2010 Pazar

Yalova seyahatte biriktirdiklerim..

Yaklaşık iki senedir üniversite öğrencisiyim.Tabi ki bu sebeple seyyar insan modunda sürekli Yalova-Eskişehir arası gidiş gelişlerdeyim
Bu sene de özel sebeplerden ötürü, ayda 3 kez fln seri halde gelip gidiyorum.Ve bu hareket halinde özenle
Yalova seyahati(ys) tercih etmiyorum.ki bu firma yalova eskişehir arası direkt giden tek firmadır.(Firmamıdır şehirler arası yolculukta insana çile çektirmekten
çekinmeyen ,kendini eziyet etmeye adamış şöför amcalar topluluğumudur karar yolcularına kalsın)
Bende her zmaan ki gibi bursa aktarmalı olarak bugün dönüşümü gerçekleştireceğim Eskişehir!e.Şuan size bu satrları sevgili Bursa otogarında yazmaktayım.Otobüsüm 19:30 da ve ben tam 1 saat evelden otogarda beklemeye aldım kendimi.Yanlış anlaşılmasın bu kadar erken gelmemdeki tek sebep ys.tir.Bugün ki yolculuğuma gelince;
saat 3 gibi aradım ys ti.Dedim ki 18 arabanız var mı yok 18:10 var dedi ii dedim ve kapadım.Ama iki sn içinde içimdeki meraklı ipleri ele aldı.Tekrar
elime aldım telefonu."saat 18:10 arabanız kaçta hareket eder?"-"18:10 da"-"yok saati değil yola çıkma zamanını kastettim"(burdanda telesekreter kaseti yutmuş
sekreretere sevgiler)"haa bilmem 6 buçukta çıkar dolarsa" iyi dedim.abime dedim ki bunlar dolarsa fln dio iyisi mi ben 17:30 la gideyim.En hayırlısı olcak çünkü
öbür türlü kaçırırım.Ok dedi.Genellikle 1 saat 10 dakika gibi bir sürede bursaya varıyor ys.(Yoldaki her insana dolmuşculardan da performanslı bir şekilde dura dura..
normalde araba ile 40 dakika fln).Neyse ben 5 buçukta gittim.5 buçuk arabası nasıl oldu ise 5 koltuk boş olmasına rağmen tam vaktinde kalktı.Tıngır mıngır gider,
ancak 18:45 te orda olurum diye düşünüyorum.(fikrimce ys milli piyango idaresiyle senkron halde çalışıyor hani biniyorsun ama işte ne çıkarsa.kaçta varırsa.kısaca saat mevhumları yok).biri ata binmiş ya nasip demiş o hesap...
bugünde şansıma 50 dk da geldi.Bend gayet saf saf terminalde oturdum oyalanıorum.Bu arada sağımda yaşlı teyzem solumda onun kızı olduğunu düşündüğüm abla özenle
okuyorlar yazdıkalrımı ablanın bebesi de kafayı uzattı bakıyor.İyisi mi ben kesiyorum yazıyı.Enteresan vallahi bu insan oğlu çekinmiyorda..Sanki 10 yıllık ahbap!

20 Mart 2010 Cumartesi

Google'cı olmak böle bişi demek!


Firefox'tan chrome uygarlığına kısa bir süre önce geçiş yapmıştım.Zaman zaman chrome içinde hiç güzel cümleler
kurmasam da(çünkü keyfine göre açmayabiliyor siteyi:)) neticede artık google kullanıcısıyım tamamen.
Vista'mın sık sık çökmesi sebebiyle de bugün windows 7 ye geçiyorum.Bu arada son günlerde ne kadar radikal kararlar alır
olmuşum!:)Neyse efendim benim asıl gelmek istediğim konu chrome'un süper bir bookmark desteği olması ama sanırım gecenin 10unda
yemek yemenin verdiği rehavetle cümleler arası tıngır mıngır bi gezinti içerisndeyim.Ana fikri bulacağım inşallah.
Chrome'unuzu gmail hesabınızla ilişkilendirdiğinizde(senknonize) chrome da kullandığınız tüm sık kullanılanlar gmail dökümanlar
sekmenizde yer alıyor.Ve hangi bilgisayardan giriş yaparsanız yapın sık kullanılanlarınıza gmailden bir tık ulaşıyorsunuz.
Biz (abimle ben) bu özelliğe iki saniyede ihya olduk.Bu da nasıl bi cümle bilemiyorum.Şimdilik bana müsade.
Sevgili bilgisayarıma format aticiim.

19 Mart 2010 Cuma

boğazda düğümlenen cümleler..

Günlerdir düşünüyorum ayrılık üzerine.Radikal gazetesi yazarlarından Kaan Sezyum eşinin vefatından sonra bu şekilde dile getirmiş duygularını.Cümleler arasına sıkışmış onca şey var ki bu yazıda..Hayat bu kadar mı kısa,gidişler hep mi ansızın,aslında dediklerimiz bir oyun mu kendimizi kandırmak için? Kendimizi noktalamak yerine yeni şanslar mı tanımalı virgüllere?Bilemedim..


Hayat ve anlamı

Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok...


(yorum,fikir,zikir sizin..)

17 Mart 2010 Çarşamba

Kaliteli Uyku Zedesi :)


Çook uzun bir süredir uykumu almış bir şekilde açamıyorum gözlerimi.Günlerdir araştırıyorum kaliteli uyku nedir nasıl olur.Araştırmalarıma göre;

1)uyumadan 6 saat evvelinde yeme içme işlemi bitirilmeliymiş.Ki ben ztn 6 dan sonra
birşey yemem.(yengemlerle olduğum zamanlar haricinde:))içme mevzuuna gelince neredeyse hacı olacak kıvama geldim.En son baya bi evel mundoya gittiğimi hatırlıyorum.Hatırlamaya çalışıyorum yada..neyse neticede benim içki sorunumda yok.Zaten sigara da kullanmıyorum.Buraya kadar kaliteli uykuda boğaz stage ini atladım.Devam eden süreçte şöyle diyor uzmanlar;

2)odanızda elektronik aletler(tv,bilgisayar vs.)olmasın.Özellikle de açık cep telefonu.e benim evimin metre karesi ortada ben sırf bu eşşek yükü gibi olan televizyonu koysam oda dışına hazal(ev arkadaşım)la hendek atlama olaylarına gireriz ki ikimizde sakar kişilikleriz fikir hiç iyi değil hatta sakıncalı!Napayım napayım dedim ki bari fişini çekeyim.Televizyonun,kahve makinasının,şarj aletlerinin,hoparlörün ve bilgisayarın fişini çektim.
3)üzerlerine örtü örtmek gerekliymiş; o yayılan bilmem neyi önlüomuş.Yok deve!sonra hazal kıçıyla gülsün iyicene uçtu kız die.
4)yatmadan evel ballı/pekmezli ılık süt tavsiye olduğu için bu tavsiyeyide harfiyen uyguladım.Herşey tamamdı ama bir sorun vardı.Benim odamda kombi var.Ve ben o kombiyi kaparsam sabah gözlerimi açtığım gibi acile gitmek zorunda kalırım.ki şuan refakat edecek kimseler de yok ki olsa da saatleri fln sayarlar(kesinlikle iğneleme değil:)) bu da hoş bir fikir değildi.Mecburi olarak kombiye dokunamadım.Telefonumu da kapadım.Yattım.Sabah 8 buçuk; ipek diye bir arkadaşım var,rüyamda onu görmüşüm.Evinden kovuyo beni.bende koca istanbul sokaklarında koşarak eskişehiri buluyorrum.Sanki cidden onca yolu koştum.Bir yorgunluk üstümde.Sormayın!
sanki kum kamyonu çarpmış.Açılmıyor gözlerim.
Benim çalar saatim her sabah 3 dk arayla çalar bende yılmadan ertelerim bir onbeş dakika kadar.Bu sabh kaliteli bir uyku çektiğimden olsa gerek 20 kez erteledim ki bu 1 saate tekabül etti.Söylene söylene yüzümü yıkadım.biraz evel hazalla konuştuk
"ya sen kaç dakika erteliyosun o saati?" "valla hergün 15 dk ama bugün 1 saat oldu " dedim gülüüştük:)gerçekten felakete doğru sürükleniyorum.neden bende insanlar gibi 7-8 saat uyku ile uykumu alamıyorum.8 saat yine bi derece ben 10 saat uyuyup gene gulyabani modunda gezdiğimi biliyorum.
birde sabahları çekilmez oluyorum ki sormayın!sebebi sırf kalitesiz uyku!kahvemi yaptım da içeyim bari,maalesef tek uyaran buydu bunla da yüzgöz olduk
bi kova kahve içsem(ki sütsüz şekersiz içerim)yine bana mısın kardeşim demez!vay halime vaay..

Bir Aldante Bezelye Hikayesi:)

Sabah uzun bir aradan sonra kendime enfes bir kahvaltı hazırladım.Bu enfes kahvaltımda beyaz peynirin olmaması hiç te sorun değildi.:)
Kitapları yüklenip okula gittim.Yalnız anladığım kadarıyla bizim kantin benim yeme refleksimi tetikliyor.Kendimi yulaflı bisküvi ile
dizginlemeye çalışarak geçirdim bi kaç saati.Ardından küçük bir ziyaret ve eve geliş.Yolda düşünüyorum ne yapsam ne yapsam.Fare girse dolaba
değil belini her yerini kırar.O kadar vahim durum.Aklıma zor anlar için sakladığım bezelyecim geldi:)Dedim bugün menüde bezelye olmalı.Tuğçe de yarım saatlik
bi dilimi bende geçirecek.Kahvelerimizi yaptım.Tuğçeye çektim bi sandalye hem kahve yudumluyoruz hemde ben yemek yapıyorum.
Tabii uzun zaman olmuş ben yemek yapmayalı.Bunu da anladım neyse.:) çok kurcalamayalım.Soğanı kavurmaktı fln dı filandı gayet şevkle yapıyorum yemeği.evde 1 tanecik
ufak patates kalması sebebiyle az patatesli bi bezelye yolunda ilerliyordum.Den sonra yemeğe suyunu koyunca tencerenin küçük olduğunu anladım.Ama üşengeçliğim
yine galip geldi ve ben o minik,tencere bozması metal kapta yemeğimi yapma çabalarına girdim.15 dk geçti 20 dk geçti.Bizim bezelyeler kıvam ama havuçlarla patates bi türlü
pişmiyo.Ki onları daha evveldende biraz haşladım.Ocağı da çok açamıyorum çünkü su öylesine tepelemeki fokurdamalarla ocak batıyor.Tabi ben pişme durumunu anlamak için süekli patateslerden
bir tane alıyorum çatalla.Derken benim kurs saatim gongladı.Ve hala benim pattisler kıvama gelmemişti.Herşeyi göze aldım.açtım ocağı.Tabi bizim ocak
beyaz renkten salça rengine çok kısa bir sürede uyum sağlayı verdi.Havuçlar tam pişmemişti ama ben pişme durumunu yeterli buldum.Yemeğin altını kapadım.Bi tabak bezelye koydum
yahu diyorum bi gariplik var bu yemekte.Derkeen fark ettim.Patateslerin pişip pişmediğini anlamaya çalışırken yemiş olmuşum 4'te 3 ünü.E dedim napalım.:)Böylece hem
aldante bezelye patentini aldığıma inanıyorum hemde patatesin yemeğe sadece güzel bi renk sağladığı kanaatine varak zorunda kaldım kendimce:)
Zaten önemli olan karnımızı doyurmaktı.Ben gayet beğenerek yedim.Ellerime sağlık:)

13 Mart 2010 Cumartesi

Evrim Eker'e Sevgilerle..


Bugün sabahın bir körü söylene söylene gene düştüm yola.Günün sonunda iyi ki diyordum.Hala da düşünüyorum.Aklınızdan geçiyor neye bunca cümlelerin.Evrim Hanıma tabi ki;Peki kimdir bu kişi;

Evrim EKER.Kendisi tam anlamıyla profesyonel,idealist hırslı ve kariyerinin zirvesinde olmasının yanında Türkiye'nin gündeminde çok popüler olmayan,fakat farkında olması gerekenlerin gayet farkında olduğu,gerçek bir değer.Hani diyorlar ya büyülenmek diye.Gerçekten büyülendim..Belki de ilerde olmak istediğim yerde olduğu için bunca hayran oldum ve imrendim.Bilemiyorum..
Sabah sabah yollarda üzerime sevgili termosumdan neskafeyi döke döke döktüklerimi silip söylenerek vardım konferans salonuna.Salona serildik.Ufuk Hanım'dan sonra üstüme çöken rehavetle gün nasıl biter diye düşünüyorum.Yeni oturum için ufak bi aradan sonra yine gçemiş bekliyoruz sırada ki konuşmacıyı.
Konferans için gri takım elbiseli gayet güzel ve zarif bir bayan çıktı.Anlatıyor dinliyoruz usul usul.Zaten uykum var,geç yatmışım bi gözüm kapalı hikaye gbi dinliyorum.Başladı üniversite ikinci sınıf hikayesini anlatmaya seracılık perakende falan diyor..
Üniversite ikinci sınıftayken sevgililer gününde,sevgilisi olmadığı için:) kendine bir gül almış.Yolda bu gülün perakendesi nasıl oluyor diye düşünmüş.Araştırmış falan anlatıyor da anlatıyor.Ben gülüyorum tabi.Bu arada öyle gülüyorum ki çaktırmadan kesiyor.Susta dinle der gibi.Anlattı bi süre gülüyle geçen anılarını.derken'ben bu projemi geliştirdim ama uygulayamadım.Yakın bir arkadaşıma sattım şuan Adana'nın en büyük seracılarından biri' demesiyle ben ayılıverdim.Uykum fln açıldı.Ne yani diyorum üniversite 4. sınıfta bi fikir satıyorsun ve o adam voleyi vuruyor.Hadi canım??! derken Evrim hanım;bu ve bunun gibi bazı hikayelerle süslüyor konuşmasını,uyuyanları uyandırma stili de epeyce farklı,uyuyan arkadaşın yanındaki uyuyan güzeli öpüyor yanaklarından:).Böylece nasıl geçtiğini anlayamadığım 2 mükemmel saat geçirdik Evrim Hanımla.İyi ki sizi tanıdık Evrim Hanım.İnanın benim ve benim gibi bu konferansa katılan birçok arkadaşın hırsını bir kez daha ateşlediniz.Tekrar tekrar Evrim Eker'e çok teşekkürler.

P.S:Evrim Eker kimdr merak edenlere;
bkz:http://www.evrimeker.com/

12 Mart 2010 Cuma

5 dk.da sarışın olmak


Kaç zamandır debelenip duruyorum kendimce.Eskişehir'i artık o kadar da sevmediğimin farkındalığı mı ,yoksa güvendiğim o kocaman dağa karlar yağıp,çığ altında kalmışım hissi uyanduran ruh halim mi beni bu deb debeye sürükleyen gerçekten bilemedim.Bir yenilik bir farklılık ararkeeen..;

Bir gün boneyi geçirip,kafama peruğu taktım.Salona girmemle bizimkilerin şoka girmesi bir oldu.Platin sarı melis bambaşka geldi gözlerine:) doğrusu ben bi farklılık aradığımdan gayet beğendim yeni halimi.Gecesinde ,İnternette gezerken Burçin'le karşılaştık nette.Dedim ki saçlarımı kestirip sarıya boyayacağım tepkisi ilginçti replik şöyle geldi "Bismillah..":) kızım sen iyi değilsin vs gibi bir konuşma sürecinden sonra bir şekilde yayıldı bu fikrim çevreye.Duyan telaşla arıyor melo saçlarını mı boyattın sen diye:)Bende hiiiç bozmadan her arayanın içinde ateş topu atarak bi güzel eğlendim:)Sıra geldi merak edenlere yeni fotoğrafımı yayınlamaya.Bugün de son meraklı 'nurcuum' aradı.Onu da kekledikten sonra fotoğrafımı ekledim.Burayada hikayeyi eklemek istedim:)

Yalnız Bir Opera

Efendiiim; baktım ki uğraşlarımın başı sonu yok dedim ki birde blog açalım.(ki sevgili abime kaç kere bir blog istiyorum dedim ama saolsun hep beni topluma ışık tutan keriman abla moduna sokmaya çalıştığından kişisel blog sahibi olamadım.Kısmet bugüne imiş.)

Bu aralar M.Mungan çılgınlığımı dizginleyemiyorum.Uyumak niyetiyle yatıyorum elimde Mungan'la saati 1 buçuk ediyorum her gece..
İşte son favorim.


Yalnız Bir Opera/M.Mungan

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, ratsgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin


Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.


Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu


Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını


Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.


Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.


Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar


Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır


ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda


Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden


Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BİRAZ GEÇİKİLEN
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden


Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...