28 Şubat 2011 Pazartesi

Mezura Nedir Bilir Misin Türk Genci?

Kökeni ingilizceden geliveren o güzel cümle bugün ki paylaşımım "mezura":)Bi ikidir dilime dolanıyor.Bugün de fazlaca geyiğini çevirince dedim ki günün anlam ve önemini kazanmayı hakettin mezura.Sana olsun bu yazım.

Efendim bu avrupai cümlemizin tanımı; bir buçuk metre uzunluğundaki şerit metredir aslında.Bir tarafı derimsi,öbür yanı ise güderimsi olan bu şık cümleli klas metre genellikle dikiş mikiş işlerinde kullanıla gelmiştir.

Terzi olan teyzemden aşina olduğum,bu güzel şeritcik şimdilerde İsveçli ev gereçleri zincirleri olan IKEA'da tahta kalemlerle birlikte, kağıda basılmış şekilde ,tüketiciye ücretsiz sunulmaktadır.

Tabii ki birde fit olma esasına dayanan o güzide göbek etrafı fotoğrafları ile de günümüzde aşinayız bu güzel cisme:)

Yer tutmama gibi bir başka şıklığı da beraberinde getiren bu cici edevatın ismi aslında measure'dan(ingilizce)ileri geliyor.Lakin mezuranın en ünlü üreticisi batı Almanya'da üretilen hoechstmass imiş bu da gereksiz bilgi haznemize küpe olsun.

Bi mezuro(Pınarım böyle diyor da:)) neler yazdırdı yahu:)

Haydi hayırlı günler, keyifli haftalar,gündüz gibi geceler olsun:)

27 Şubat 2011 Pazar

Seni Sana Terk Ediyorum..?!

Artık iyiden iyiye ironik şeylere tesadüf eder oldum.Bu yazılarımı okuyanlar aşk acısı mı çekiyor acaba sorusunu akıllarından geçirebilirler.Ama herşey kesinlikle tesadüf eseri oluyor.(ki öle aşk meşk işlerine fuzuli gözüyle bakıyorum:))

İncir reçelini izlemem,sezai paracıklıoğlunun albümünü edinmem,aniden ne olduğunu anlamadan sarhoş olmam,asla ayak basmayacağım bir barda kahve içirilmiş olmam,ve nette dolaşırken karşılaştığım ironik şiirler..

İşte olaylarımın hazin zinciri bu şekilde ilerliyor.Bugün de rastladığım bir şiir bu yazıyı yazmama sebep oldu. "seni sana terk ediyorum" diyor şiirde..Nasıl yani??!

geceler telaşla koşuyordu gölgeme
bir gece kuşu daha uçuyordu avuçlarından
yırtıyordu gecenin karanlığını baykuş sesleri
arz inliyordu yıldızların aksine
en sade suretini koyup çıkınıma /sırtıma atıp
seni sana terk ediyorum...

bozkırın koynunda deli dolu at süren ben
dökülen eylüllere soktum gökyüzünün maviliğini
ayın dolmuş haliydi son durağım
içimdeki trenler çoktan devrildi, vagonlar darmadağın
çatlamış dudağımı şiirlerle ıslatıp
seni sana terk ediyorum...

kanıyor ayak uçlarım dilime inat
kaçırıyorum bakışlarımı alev küresinden
bıçaklar kaygan zeminlerde bilenirken
geceye sızan birkaç damla kan
gözlerimden yüreğime sessizce akan
en şiddetli zehri acılarıma katıp
seni sana terk ediyorum...

kaldırım taşlarında uyuttuğum düşleri
bir atımlık barut kokan sabrımı
gün görmemiş hayâllerime vuruyorum
tütsüye mahkûm petekten oğul almak
zırdeli şafaklara ağlamak
bana mı düştü yar
sabahla gidiyorum, balımı peteklere satıp
seni sana terk ediyorum...

kaç kalibreydi boynumdan vurduğun söz
sahi ceylanlar neden hep boynundan vurulur
gölgem kan kaybından ölmekte
kırılan bir kalemin hesabı mı sorulur
sevdam yüreğimde musallaya yatıp
seni sana terk ediyorum...

Turhan Toy

Keyifli Haftalar.




26 Şubat 2011 Cumartesi

"İncir Reçeli"ne Mayhoş Kaldı İçim..

İncir reçeli,

Evet aşk tesadüfleri severle aynı dönemde çıkması onun için çok da güzel bir tesadüf olmadı maalesef.Ve sanıyorum tanıtımlarının da zayıf olması filmin çok sükse getirmemesinde etkiliydi.

Geçen gün hadi dedik "incir reçeli"ne gidelim.Son matine.Kimseler yok gibi.En fazla 10 kişiyiz..

Film aslında bilindik aşk hikayesi fakat biraz daha farklılaştırılmış bir pencere.

İki sevgili sevişmeden neler yapabilirin aslında kayda alınmış haliydi.

Rakı sofrasında hoş bir muhabbet,sevginin ve anıların postitlerle kaydı,sahil kenarında bir gezinti..

Güzeldi.Bence aşk tesadüfleri severden daha şevkat doluydu ve daha ironikti.

BiBirde Halil Sezai Paracıkoğlu en güzel şarkısını o demde söylemesi fazla bütünleşikti sahneyle..Harikaydı..İstedim ki rakımı alayım çalayım bir Duman..

Buyrun siz de dinleyin..Ve mutlaka bu filme gidin..

25 Şubat 2011 Cuma

Nil'in Kelebekleri

Bazı insanlar vardır,cümleleri,tavırları,hayata bakış açıları bizde yaşam sevincini doğurur.Kelebekler sadece aşık
olunca kanat çırpmaz ya,böyle insanlarla da içimizde sevinç patlaması yaşayabiliriz.

Nil Karaibrahimgil.Şarkılarına bayılırım.Ne kadar ti ye alınacak şey varsa hepsini güldüre güldüre dinletir.Dinlerken
dudaklarımdaki salakça gülümsemeyi çekemem geri:)

Sosyal medya saolsun,sevdiğimiz kişilerin fikir ve düşüncelerine de bir adım daha yakınız artık.Ki bence Facebook'u solda bırakacak kadar eğlenceli bir ağ "Twitter."

İşte bu mavi kuş sayesinde ben de Nil'i takip ediyorum,mavi kuşum doğdu doğalı.Ve bu sayede bugün Nil'in yeni kitap'ını
twittlemesiyle hemen google'a soruverdim;"Nil'in kelebekleri"

Doğan Kitap'ın raflarını süsleyen bu kitap'ın hakkında kısmı ise şöyle;

İçimi açsan nar, ama yerim dar…

“Kadınlar çok seyrek olarak söylediklerini kastederler.

Asıl demek istediklerini bulmak için, sakın ‘ne demek istiyorsun’ diye sormayın. Bu soru sizi, kastedilmeyecek başka bir cümleye yönlendirir ve aslolandan gitgide uzaklaşmanıza sebep olur. Bu sebeple sonuç ilişkisi kurulmaz.

Mesela sık kullanılan bir cümleyi ele alalım: ‘Yalnız kalmak istiyorum.’ Cümlenin öznesi ‘ben’, burada ‘sen’ manasında kullanılmış. ‘İstiyorum’ olumlu gibi dursa da olumsuz,yani asıl kökü ‘istemiyorum’. Buraya kadar cümlemiz ‘Sen yalnız kalmak istemiyorum.’

Böyle bir cümleye pek rastlanmadığından, yuvarlamamız gerekir. Yuvarlarsak aslolan cümleye varırız: Sen yalnız kalmamı isteme!’

Bu cümleyi canlandırabilecek erkek yok denecek kadar azdır. Kadın yalnız kalmak istemiyor, bu kesin. Fakat bu yeterli değil.

Onun yalnız kalmasını istememelisiniz.

Ayrıca kadını bu raddeye getirmeyin. Kadınlar yalnız kalmayı asla istemez. Şayet kendilerini
yalnız hissederlerse, pıt diye doğuruverirler. Elde var iki olurlar. Bir suyla şaka olmaz, bir de kadınlarla...”

****

Hani ruhumuza daral gelen dönemler olur.Enginlere sığmaz taşarız!İşte o anlardan
bir nebze kurtulmak için güzel bir tercih olabilir diye düşünüyorum..

Bunun gibi bir tavsiyem daha var;

Hande Altaylı-Maraz..

Günlük bir dille yazılmış,içime azıcık taze hava doldurabilecek,sıkkın dönem kitaplarımdandır..

Bir de Nil'i deneyelim o zaman:)

Nil Başarılar..:)

21 Şubat 2011 Pazartesi

Elektronik Dil ve Burun,Tablet Çay ve Daha Fazlası..

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin yayın organı Ekonomi Forum dergisinde TÜBİTAK Marmara Araştırmalar Merkezi tarafından üretilen 30 yeni ürün tüketiciye tanıtılmış geçtiğimiz günlerde.

Bazı fikirler ,özellikle başlıkta yazmış olduklarım,şapka çıkarılacak cinsten..

Enstitü Müdürü konuyla alakalı,sunulan fikirlerin başka cin fikirli kemiriciler tarafından kullanılmaması için sözleşme
imzalattıklarını dile getirmiş.Yani bir anlamda telifi verilmekte.

Daha da güzeli girişimcilerin talep ettikleri ücretin,kar amacı gütmeden,sadece projeyi üretirken kullanılan malzemelerin
ücretini talep ediyorlarmış.Tabii buradan da anlayacağımız üzere projeler daha çok maddi tüketim ürünleri ağırlıklı..

Peki ne bunlar? İşte buyurun;

Elektronik Burun Ve Dil

Akustik dalgalarla her türlü kokuyu algılayabilen, sıcaklığı ve gaz kaçağını tespit eden elektronik burun ile herhangi
bir sıvının içine daldırıldığında sıvının özelliklerini anında çıkarabilen farklı bir ürün.

Gıdaya Yönelik Ürünler

  • Tablet Çay: Türkiye’de çok tüketilen çayın çabuk hazırlanarak sunulmasını sağlayan bir ürün. Üretim çay ekstraktının kurutularak toz halinegetirilmesi şeklinde yapılıyor. Elde edilen toz, toz olarak veya tablet halinde ambalajlanarak tüketime sunulabiyor.

  • Kayısı Helvası ve Ezmesi: Dünya piyasasındaki kuru kayısıların büyük bir kısmı Türkiye’de üretiliyor. Aynı zamanda iç piyasada da her yılbüyük miktarda kurutulmuş kayısı tüketiliyor. Ana maddesi kayısı ve tüketimi çok pratik olan ürün, kalitesini kanıtlamış Türk kayısısından üretildiği için ihraç şansı oldukça yüksek.

  • Gül Şarabı: Gül şarabı yumuşaklığı ve hafifliği ile piyasada oldukça talep görecek bir ürün. Dünyada gül şarabı üretimi yapılmıyor.

  • Nar Şarabı: Merkezde üretilen nar şarabının piyasadaki diğer şaraplara göre daha cazip bir rengi ve kokusu var. Piyasada bulunan nar şarapları daha çok likör tazında üretiliyor.

  • Fındık Likörü: Dünyada sadece İspanya’da az miktarda üretiliyor. Türkiye’nin fındık kapasite fazlası bulunuyor. İhraç şansı çok yüksek.
  • Kızartmalık Yağ: Kızartmalarda kullanılan yağlar yüksek sıcaklıkta kolay okside oluyor. Ancak yeni geliştirilen bu yağ okside olmuyor ve defalarca kullanılabiliyor.
  • Shortening Yağlar: Shortening tipi yağlar, ağırlıklı olarak kek, pasta, kurabiye ve diğer unlu mamüllerinin kalitesini geliştirmek için kullanılıyor.
  • Margarin: Yağ tüketiminde önemli bir yeri olan margarin, kalp-damar hastalıklarına neden olabiliyor. Sağlıklı beslenme açısından önemli olan yağ asidi içermeyen margarin üretiliyor.
  • İhracat için Zeytin: Türkiye’de zeytin klasik yöntemler kullanılırak, 9-10 ayda tüketime hazır hale getiriliyor. Ancak yeni bir yöntemle, düzgün yüzeyli,acılığı giderilmiş, az tuzlu ve sağlam dokulu, raf ömrü uzun zeytinler üretiliyor.
  • Dayanıklı Yemekler: Türk Silahlı Kuvvetler için geliştirilen ve ambalajında bozulmadan 2 yıl kalabilen yemekler ve ekmekler de pazarlanmaya hazır ürünler arasında.
  • Enerji Barları: Doğal afetler gibi acil durumlar için insanların beslenmesine yönelik geliştiriliyor.
  • Fonksiyonel Gıda: Enerji veren, hastalıklardan koruyan gıdalara fonksiyonel gıdalar adı veriliyor.
Not:Fotoğraf adresten alıntıdır.

Abraham Maslow'un Teorisi

Geçenlerde muhabbet içerisinde nükseden bir mevzuu olmuştu.

Ben insanların var olan standartlarını bir üst düzeye taşımak için para kazandıklarını savunan biriyimdir.Yani şuan var olan durumunda bir sahip olduklarım vardır,bir de sahip olmak istediklerim.
Maddi materyaller olarak sınırlandırılmadığında maneviyatı da bu fikre harman edersem, savunduğum teori aslında 1943 yılında ABD'li psikolog "Abraham Maslow" un ortaya attığı ve sonrasında geliştirilmiş olan bir insan psikolojisiymiş.

Kimi insanların iddiasına göre;para birşeyleri iyi kötü götürmek adına edinilen somuta değildir bence.Ki bu şekilde düşünen insanların hayat idealarını yitirmiş yada hiç edinmemiş oldukları fikrimdeyim.

Maslow kişilik kategorilerinin kendi içinde bir dizilim oluşturduğunu ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişmedüzeyinin karşılık geldiğini ortaya atmıştır.

Gereksinimleri;

  • Fizyolojik gereksinimler
  • Güvenlik gereksinimi
  • Ait olma gereksinimi
  • Sevgi,sevecenlik gereksinimi
  • Saygınlık gereksinimi
  • Kendini gerçekleştirme gereksinimi
şeklinde bir sıralamaya dizmiş.

İçinde varolduğumuz gereksinim kategorisini tamamladığımızda bir üst kategoriye geçiş açlığının uyanmasını sıralayarak örneklemiş.

Peki bunu bireyden kitleye vurursak,ülkemiz insanı hangi gereksenim tanımıyla bütünleşiyor?

Bence maslow'un ,bence, en mühim gereksinimi olan güvenlik gereksiniminde bütünleşiyoruz biz toplum olarak.

İnanç gereksinimi.Yargı bunca müdahaleye tutukken,paşalar bir anda gözaltına alınabiliyorken,
hakkını savunan insanlara acımasızca tekme atan polise karşı yine de hakkını savunan kişi suçlu çıkıyorken, bizim en büyük gereksinimimiz nasıl doyurulabilir?

Ülkeler arası tanınabilirlik,saygınlık,otorite kavramlarına dayanan,saygınlık gereksinimine,bu güven fakirliğinde nasıl acıkabiliriz?

Peki tüm bunlara rağmen sandık da isteklerimizi dile getirebileğine inandığımız kişileri bir torba
kömüre feragat ediyorken biz nasıl çıkabiliriz bu kargaşadan?

20 Şubat 2011 Pazar

Eskişehir'deki Gece Hayatından Bir İzlenim

Aslında gayet keyifli bir haftasonunu ardımda bırakarak başlıyorum yeni haftama.Okul başlangıcı stresini ise Neslihan'la
atmaya çalıştık bu hafta sonu..

Eskişehir'in gece hayatı birçoklarının da bildiği üzere hızlıdır, güzeldir,alternatifi boldur..Gece hayatında boy gösteren bir kaç kişisini de Türkçe müziğe katmakta ehlidir şehrimiz.(bkz:tan,piiz,neslihan vs..)

Neslihan Demirtaş, Eskişehir'deki cumartesi gecelerinin mihenk taşı olma yolunda..Ağırlıklı görüş olarak çakma Sezen Aksu olarak nitelendirilmeye layık görülen ve her hafta Cumartesi gecelerini renklendiren Neslihan'a biz de bu haftasonu gitme kararı aldık.Tabii bu kararımızı yüksek ölçüde etkileyen Kemal'e de teşekkürü bir borç bilirim:)

Peki nasıl bir geceydi?

Öncelikle 222Park'taki rezervasyonlar gece 12 de düşüyormuş ve rezervemizi yapan arkadaş bize bunu söylemedi.Bu sebeple 222Park'ın rezerve bilgilendirmesi yüzünden gecemize buruk başladık.Neyse ki hemen bir yer ayarlanarak telafisine gidildi..

Gecede;meyveli özel localar kişi başı 70 tl,öğrenci 20 tl,normal 25 tl idi.(Bir içecek dahil)

Saat tam 12 buçukta(tam dendiği saatte) sahne aldı Neslihan ve ekibi.Sertab Erener,Sezen Aksu ağırlıklı repertuardaki şarkılar tadında ve güzel seçimlerdi.Şahsen ben gecede tüm kurtlarımı döktüm:)Ve ayrıca sabah 4'e kadar süren programda ekip hiç ara vermeden çaldı.Bu anlamda da takdir ettik..(gecede 3-4 kez ara veren piizden sonra şaşırdık doğrusu..!)

Gecenin ilerleyen saatlerinde artık buram buram bunalım kokan şarkılarla vedaya yüz tutan ekip özde bizi eğlendir doğrusu.

Bazen internette gezerken rastlıyorum Eskişehir'de nerede canlı müziğe gidilir diye yazılıyor twitter'da yada forumlarda..

Cumartesi gecesi ise Neslihan Demirtaş tercih edilebilir bence..

Keyifli haftalar..:)

16 Şubat 2011 Çarşamba

Yeni Pasaportlar Kullanıma Sunulmuş!!

Pasaportlar eskiden kırmızı,yeşil ve lacivert idi.Sonra bi gri pasaport oldu.Ardından da pasaportlara chip diye nitelendirilen,check-in ve kontrollerde girekt barkod okuma sistemiyle pasaport bilgilerini bilgisayara okuyan bir sistem geliştirildi.

Ben de sevgili annem sayesinde yeşil pasaportlu bir vatandaşım.Lakin pasaport sürem 2011 e kadar olduğundan chip li pasaport a geçme ihtiyacı hissetmedim.Nasılsa 2011 de yenileyeceğim mantığıyla.Ki bunun utancını en son Rusya'da psaportumu uzatınca yadırgayan bakışlarıyla beni
yerin dibine sokan pasaport görevlisi sayesinde yaşamıştım.:)Ama olsundu.:)

Bugün gazetede okuduğum habere göre 1 Haziran 2010 da e-pasaportlar kullanıma sunulmuş, e-pasaport'a geçiş için randevular da başlatılmış.Hadi hayırlı olsun.:)

Öte yandan geçerli süreye sahip olan eski tip pasaportlar 24 Kasım 2015 e kadar kullanılabilecekmiş.

Umarım ben pasaportumu yenileyene kadar bi tip pasaport daha kullanıma sunmaz sevgili Dış İşleri Bakanlığımız:)

E pasaportla ilgili detaylı bilgiye de buradan ulaşabilirsiniz.

15 Şubat 2011 Salı

Aşk Tesadüfleri Sever

Aslında farklı bir konu hakkında yazmak fikrindeydim.Neyleyim ki ertelemeye karar verdim.Çünkü bazen kesin ve net
şeylere değinebilmek için beklemek ve zamana zaman tanımak gereklidir.Gelecek dönemde yazacağım bugünü:)

"aşk tesadüfleri sever" e gittik bugün.Biraz yorumlamak istiyorum.

Her abartılan konuda olduğu gibi bence öyle ay öldüm bittim mahvoldum mühişti süperdi durumu yoktu..Ama gerçekten güzeldi.Değinmek istediğim,medyada bahsedilen kadar abartılı yorumlar beklentiyi daha yüksek kılıyor..Az biraz yeşilçam kokusu vardı gibi.

Neden bilmiyorum Berçim Hanım'ın ilk sahnelerinde gözlerim,gariptir ama,Melis Birkan'ı aradı.Sanki o role yakışırmış gibi geldi yada Issız Adam'daki performansından böyle bir fikir aydınlandı bende,bilemedim.

Berçim Bilgin(Erdoğan) gerçekten benim beklemediğim bir performans göstermiş,hakkını vermemiz gerekir iyiydi..Gayet yerinde,gayet rolün hissini
seyirciye okutan cinsten.Beğendim..

Berçin Hanım'la ilgili küçük bir anektot paylaşayım;Berçin Hanım bale yapıyormuş.Fakat birgün bale yaparken sakatlanıyor.Sonrasında bu sevdadan vazgeçmek zorunda kalarak,tiyatro ve oyunculuğa yöneliyor.Akabinde de Yılmaz Erdoğan'la tanışıyor.Ve mutlu son:) Ne kadar benzerimsi filmle değil mi:)(spoiler koreliyedir:)

Filme gelirsek,edebiyatta telmih olarak nitelendirilen durum,sinemada ne olarak niteleniyor bilemiyorum lakin,tadındaydı.

Film insanın hücrelerine dek aşkı işliyor gel gelelim ben inanmıyorum bu gibi aşklara vs.Bu yüzden ben filmi çok iç çekerek nerrdeee diye iç geçirerek izledim.Ve film sonunda ağla ağla bir hal oldum.

Bir de boğaza nazır rakı faslı vardı ki,içim gitti desem yeridir..:)

Aslında gerçekte olsa ya böyle sevgiler.Böyle sözde soyut(anlatılamaz),ruh da somut sevdalar..Ama devrin kasap kalplerinde çoktaan yitirilmiş bence bu duygular.

Hatta filmden çıktığımızda bizimkiler filmde entrika olmamasından yakındılar.O kadar içimize işlemiş ki yalan,dolan,palavra..

Riya ya gerek yok halbuki,velevki mutluluk batıyor insan oğluna..

Bize de güzel bir tesadüf denk gelir inşallah diyelim.. :)

14 Şubat 2011 Pazartesi

"Aşk"


14 Şubat için özel bir yazı olsun istedim.Ve Bukowski'ye sözü devrediyorum..Sevgi(li)ler günümüz kutlu olsun:)

Tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak…Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin… Sokağa fırlayacaksın…Sokaklar da dar gelecek…Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi… Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü…Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan …da kaybolacak kadar küçüleceksin.. Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan…”Önemli olan sağlık.”

“Yaşamak güzel.” “Boş ver, her şey unutulur.”Sen hiçbirini duymayacaksın… Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin… Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin…

Hep ondan bahsetmek isteyeceksin…”Ölüme çare bulundu” ya da “Yarın kıyamet kopacakmış” deselerbaşını kaldırıp Ne dedin?” diye sormayacaksın…Yalnız kalmak isteyeceksin…Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak… İkisi de yetmeyecek…

Geçmişi düşüneceksin…Neredeyse dakika dakika…Ama kötüleri atlayarak…Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin… Gittiğin yerlere gitmek… Bu sana hiç iyi gelmeyecek…Ama bile bile yapacaksın… Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın… Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin… Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin….Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin… Herkesi ona benzetip…Kimseyi onun yerine koyamayacaksın…Hiçbir şey oyalamayacak seni…İlaçlara sığınacaksın… Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan.Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren… Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek…

Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin…Uyumak zor, uyanmak kolay olacak… Sabahı iple çekeceksin…Bazen de “Hiç güneş doğmasa” diyeceksin…Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler… Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin…Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin.

Nafile…Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin… Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin… Telefonun çalmasını bekleyeceksin… Aramayacağını bile bile…Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek…Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla… Yüreğin burkulacak…Canın yanacak…Bir daha sevmemeye yemin edeceksin… Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden…Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın…

Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret edeceksin… Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin…Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek… Ama bir umut…Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu…Bu umut seni gitmekten alıkoyacak… Gel gitler içinde yaşayacaksın…Buna yaşamak denirse…

Razı mısın bütün bunlara? Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye? O halde aşık olabilirsin …

Charles Bukowski



13 Şubat 2011 Pazar

"Komşu Fırın" Zincirleri Kime Ait Biliyor Musunuz !!!??

Yine gelen bir maili paylaşıyorum.Gerçekten yuh be dedirtecek cinsten!Mail şöyle;

Bir süredir dikkatimi çeken bir PastaneFırın zinciri oluştu: Komşufırın.

Dikkat çekmemesi imkansızdı çünkü çok merkezi yerlerdeki çok ünlü
markalar kapanıyor ve yerlerine birer birer Komşufırın açılıyordu.

Bağdat Caddesinde Suadiye'deki TGI Fridays'i herkes bilir. Dünyanın en
büyük Franchise Zincirlerinden. Ve uzun yıllardır muazzam da iş
yapan bir mekan iken birden kapandı ve yerine Komşufırın açıldı.
Güzeldi tabii ilk bakışta yabancı bir zincir yerine yerli malının açılması. Ama
bu kadar kısa sürede , bu kadar çok yerde ve bu kadar önemli markaların yerine nasıl açabiliyorlardı? Kimdi sahibi ?

Bunları merak ederken ben ,birden Ataşehir'deki YKB de kapandı,tadilata girdi ve yerine yine Komşıfırın açıldı.Kapanan bu yer Yapı Kredi Bankası, tekrar ediyorum. Batan veya el değiştiren bir banka değil !!!

Biraz araştırdım ve kime ait olduğunu öğrendim.

Aradan bir kaç gün geçtikten sonra bir Komşufırın'ın önünden sabahleyin geçiyordum. İçeriden güzel kokular geliyordu. Tam ben oradayken içeriden 25-27 yaşlarında,muhtemelen yeni evli bir çift çıktı.

- Günaydın dedim Onlara . Cocuk da:

- Günaydın dedi bana.

Ardından,
-Nasıl? güzel kokuyor içerisi, poğaçalar güzel mi? diye sordum.

Çocuk - Biz de ilk kez geldik dedi.

Aralık vermeden,

-Kimin burası biliyormusunuz ? diye sordum

Her ikisi de başlarını iki yana salladılar bilmedikleri için.

Ama çocuk hafif tereddütle ,

-Siz biliyorsunuz galiba dedi.

-Evet dedim ve kime ait olduğunu söyledim.

Kız şaşkınlıktan elindeki paketi yere düşürdü. Çocuk da eğilip aldı.

Ve aynı anda Onlar da bana, ben de Onlara teşekkür ettim .

Siz de bilmek istermisiniz kime ait olduğunu ?

Emine Erdoğan.

Teşekkürler Emine hanım Türkiye'ye bu katkınız için. Çok iyi bir
zincir kurmuşsunuz. Allah arttırsın!!!

Not:Buradan da tartışılmış konuya ulaşılabilir.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Mabel ve Kumral Ada Mavi Tuna :)

Roman tercihimde,yabancı bir roman yerine yerli romanları ve yazarları daha çok tercih ederim.Neden bilmem ama
bildiğim ülkenin,ayşe fatmasını bildiğim,bilmesem bile hayal edebileceğim sokaklarda gezdirmek keyif verir bana.Hele
ki o Ayten'le Kamil'i,içinde kendimi çılgınlık seviyesinde mutlu hissettiğim İstanbul'umun sokaklarında gezdirmenin keyfine hiç doyamam.

İşte böyle bir romandı Buket Uzuner'in "Kumral Ada Mavi Tuna"sı.Bizdendi.Kuzguncuk'ta yaşayan üç çocuğun hayatı
üzerinde yoğunlaşmış olarak anlatılan hikayede, bir erkeğin iç savaşı inanılmaz etkileyici ve duru bir tamlamada seriliyordu önümüze.Bir tarafı dostluk,öbür yanı sevda olan aslında birçoğumuzun bildiği o üçüncü tekil kişiyi de tekelinde
barındırıyordu.

Mabel;bu romanı okuyan herkes bilir Mabel'i.Ve tabii o enfes tattaki çikolatayı.

Bugün Karaköy'den Galata'ya çıkarken ben, Mabeel Mabeel diye söylenince giriverdik dükkana. Hemen bi torba çikolatamızı aldık.Oradaki amca beyle konuştum az biraz.Acaba Mabel'in başka bir manası/hikayesi var mı diye.Yokmuş.Sadece Fransızca "güzelim" demek olan bu kelime, alçakgönüllü bir tabirle süslüyor o leziz çikolataları..

Bilmiyorum denediniz mi,ama şayet denemediyseniz mutlaka rastgeldiğiniz bir gün Mabel'in çikolatalarını deneyin derim.

İşte bir Mabel çikolatası bu romanı tekrar canlandırdı aklımda.Ve bu dizeleri yazmak istedim.
Buruk bir tebessüm kıvrılıyor dudaklarımda yazarken bile.Okunası yazardır Uzuner.Sadece paylaşmak istedim.. :)


10 Şubat 2011 Perşembe

Siz Öğretmenine Kızıp Holding Açan Biriyle Tanış Oldunuz Mu?

Herkesin kesinlikle bildiği marka, hatta bir çoğumuzun duvarlarını neşelendiren boya markası Polisan'ın enteresan kuruluş hikayesini sizinle paylaşmak istedim.(Milliyet gazetesi'nden alıntıdır.)

İstanbul'da öğretmeniyle tartıştıktan sonra okulu bırakarak ticarete atılan Necmettin Bitlis'in 1986 yılında kurduğu Polisan Boya Sanayi ve Ticaret A.Ş...

Bitlis, Malatya'da 8 yaşındayken okul çıkışlarında babasının kumaş dükkanında giden Necmettin Bey, bu sayede ticareti ve alışverişi erken yaşlarda öğrendiğini söylüyor. 1942 yılında ise Malatya'dan İstanbul'a göç ettiklerini ve babasının da kumaş dükkanını Sultanhamamı'na taşıdığını dile getiren Bitlis, lisede okurken bir öğretmeniyle tartışması üzerine 10. sınıfta okulu bırakarak tamamen ticarete atıldığını anlatıyor.

Ancak ticaretin de belli bir süre sonra kendisini tatmin etmediğini, farklı işler yapmak, bir şeyler üretmek istediğini vurgulayan Bitlis, şöyle devam etti: "Bu düşünceyle babama, Marshall yardımlarından faydalanarak bir üretim tesisi kurma fikrini açtım. Babam da 'Hayır oğlum, biz tüccarız, alırız satarız, sanayicilik bizim işimiz değil' diyerek teklifimi geri çevirdi.

Ben ise her zaman işin imalat ve üretim tarafına hevesliydim. İplik alıp, Yeşildirek, Topkapı, Sağmalcılar'da dağınık dokuma tezgahlarında dokutmaya, dokumaları fabrikalarda boyatmaya ve dükkanımızda satmaya başladım. Daha ucuza mal ettiğim için kar marjını yükseltmeyi sağlamıştım."

Bitlis, 1955 yılında Zeytinburnu'nda içinde boyahanesi de bulunan eski bir kumaş fabrikasını 8 yıllığına kiralayarak iplik, dokuma ve boyama birimleriyle tekstil üretimine başladığını ve o dönemde 350 kişiyi istihdam ettiğini söyledi.

1961 yılında ise Kağıthane'de kapatılan bir mensucat fabrikasını satın alarak Türkiye'deki sayılı tekstil üreticileri arasına girmeyi başardıklarını dile getiren Bitlis, "Bir iş kolum daha olsun, yalnızca tekstilde değil, farklı alanlarda da faaliyet gösterelim" düşüncesiyle kimya mühendisi bir tanıdığı aracılığıyla İsraillilerle anlaşma yaptıklarını ve 1964 yılında tutkal üretmeye başladıklarını bildirdi. Necmettin Bitlis, sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye ihtiyacının yüzde 50 fazlası kapasitede bir tesis kurmak üzere Sınai Kalkınma Bankası'ndan kredi kullandık. Daha biz tesisi kurarken Türkiye'nin ihtiyacı birkaç katına çıktı. Tesisimize ek yatırımlar yaptık, daha sonra Almanlar ile ortak, ağaç sanayisinin kullandığı reçine imalatına başladık. Türkiye'de ilk kez, kağıt tutkalı tekstil apre malzemesi, boya hammaddesi olarak kullanılan emulsiyon reçinelerini, levha, kontrplak ve formikalarda kullanılan formaldehit reçinelerini Kağıthane üretim tesislerinde üretmeye başladık. Tekstilden kimyaya doğru bir geçiş yapmış olduk.

Fabrikanın iplik ve dokuma bölümlerini kaldırdık. Hammadde maliyetlerini azaltmak adına 1977 yılında Kağıthane'deki üre formaldehit üretim birimini Dilovası'ndaki tesislere yeni teknoloji ve 100 bin ton kapasiteye çıkararak taşıdık, hammadde taşınabilecek limanımızı inşa ettik ve süreç içinde üretimimize tamamen Dilovası'ndaki tesislerde devam ettik."

1986 yılında da Polisan Boya Sanayi ve Ticaret A.Ş'yi kurarak boya üretimine başladıklarını anlatan Bitlis, "Şu anda holding genelinde 1200 çalışanımız var. Bunun 750'si Polisan Boya'da istihdam edilmiş durumda" dedi. Bitlis, her şeyin hayal etmekle başladığını ve sektörde 3-4 büyük firma arasında yer edindiklerini belirterek, "Bu noktaya gelmeden önce, hayalini kurdum, sonra hayalimi kağıda aktardım ve bu günlere geldim. Şu anda Polisan Holding, liman işletmesi yanında, kimya, mensucat ve yapı sanayi sektörlerinde faaliyet gösteriyor" diye konuştu.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Uyku Tipinize Göre Kişilik Analizi..

Benim sürekli dert yandığım hazin mevzu olan uyku sorunum,farklı araştırmalara yöneltir oldu beni.

Dün gece yine sabahlara kadar evimizin asayişinden sorumlu gibi evde gezindim.

Ardından yorgunluğum ağır bastı yatağa uzandım.Sağa dön,sola dön,diğer yatağa yat..Yok yani ,uyku bu, ha deyince gelmiyor ki..:)

Aklıma şu geldi.Her insanın bi uyuma stili var.Sağ kolun üstüne,yüz üstü fln..Acaba bi anlamı var mıdır diyerek kalktım bilgisayarı açtım.Küçük bir araştırma sonunda gerçekten böyle bir konu olduğunu görünce şaşırdım.


Uyku üzerine araştırma ve analizler yapan uzmanlara göre, 6 ortak uyku pozisyonu ile farklı kişiliklerle ilişkiliymiş.

Fetus / cenin yatışı:
Cenin şeklinde yani anne karnındaymış gibi kıvrılarak yatmak, dışa dönük ancak duygusal, hassas bir kalbe sahip olduğunuzu gösteriyor. Bu tür kişiler birisiyle ilk buluşmalarında utangaç olabilir ancak kısa sürede rahatlarlar. Araştırmalarda 1000 kişiden % 41′i bu şekilde uyuduğu belirlenmiş. Kadınların erkeklerden 2 kat daha fazla bu poziyonda uyuduğu da tespit edilen diğer bir bulgu..

Kollar yanda dik yatış:
Çoğu kişi kollarını her iki tarafa sarkıtıp dik şekilde uyuyamaz. Bu şekilde uyuyunlar rahat, kalabalığa alışkın, yabancılara güvenen, sosyal insanlardır… Buna rağmen, bazen kolay aldanabilirler..

Yaşlı duruşunda yatış:
Her iki kolunu kıvırarak ellerini yastığın yanına veya omuz hizasına koyan kişiler doğal insanlardır. Şüpheci, kuşkucu, iyiliğe şüpheyle bakan özellikler taşıyabilirler. Düşünceleri nizde yardımcı olurlar. Genellikle ilgi odağı olmaktan hoşlanmazlar.

Sağlık açısından yüzü koyun yatmak sindirimi durduruyormuş, deniz yıldızı ve asker pozisyonlarında horlama ile sıkça karşılaşılıyormuş,bende konuda hem fikirim:),kötü uyunmasına neden olurmuş tabi yanda uyuyan vatandaşında uykusunu taciz eder bu kişiler:) Midenin baskılanmadığı, kolay nefes alınan düz bir yatış gece boyunca sağlıklıdır diyor yazıda..

Bana ilginç gelen son cümle de;insanların sadece % 5'i her gece farklı bir pozisyonda uyuduğunu belirtmişler.

Sanki labut!Her gece sağa yatılır mı,aynı yemek bile iki öğün çekilmiyor değil ki aynı şekilde uyumak..:)

7 Şubat 2011 Pazartesi

Şahane Buluş Kitap Player!

Playaway! Siz daha evvel duydunuz mu?Ben hiç duymamıştım.Ta ki sevgili abim bu
şahane şeyi gönderene dek.

Daha evvel bahsini yapmış olduğum Enis'in gönderdiği çantadan bir adet kumanda gibi birşey çıkmıştı.

Ben ne olduğunu kendisine sordum fakat,o ısrarla pil tak anlarsın dedi.Çok da ne olduğunu merak etmedim,bakarım bir ara diyerek koydum kenara.Bugün annem odama girince kumandamtrak :) alet annemin gözüne çarpmış olmalı.Sonrasında evde bulduğum pili annemin ısrarıyla bu zımbırtıya taktım.Ao!

Evet bu küçük zımbırtı bi kumandadan ziyade bir (ingilizce)sesli kitapmış.Herhangi kulaklıkları takıp bölüm(chapter)bölüm dinlenebiliniyor.

İngilizce olması bende neden Türkçesi de olmasın fikrini uyandırdı.

Aslında ülkemizde görme engelliler için çok güzel bir topluluk var zaten ;"Sesli Kitap Gönüllüleri".

Bu topluluk,seslendirdilen kitapları cd haline getirip buradan erişebileceğiniz sitede satışa sunmaktalar.Ama kaç kişinin bundan haberdar olduğu mechul.

Bundan dolayı hem daha kullanışlı hem de daha ilgi çekici olacaktır bence , Türkiye'de de kitapların bu şekilde audiobook haline getirilip,kitavevlerinde satışa sunulması.Böylece görme engelli vatandaşlarımız da güncel yayınların tadını çıkarabilirler.

Tabii sırf görme engelliler değil,kitabı okumak yerine dinlemek isteyen herkes için de güzel bir alternatif olacaktır.

Bir de Pinhani'nin işitme engellileri de ele alarak çektiği klibe yer verelim.Çok güzel olmuş değil mi?:)



6 Şubat 2011 Pazar

Oscar 2011 Adayı "127 Saat" Filmi

Aslında film maceram Altın Küre'11(Golden Globe Awards) ödülleriyle başladı.Sevgili ev arkadaşım Ayça sinemayla ciddi anlamda haşır neşir biri.Altın Kürenin olduğu gün de minik kokteyl tarzında beyaz ekran karşısına kurulduk ikimiz.

Ben film izlerken kesinlikle uyuyakalan film cahili biri,o sinema kolik,geleceğini kesinlikle sinema mutfağında geçirmeye niyet etmiş bir sinefan.Combo ikili iş başındaydı yani..

O günden beridir ki az biraz ilgimi çeker oldu filmler.En son Hande'min gelmesiyle iki gece durmadan film izledik.

Ve hepimizin cidden çok çok beğendiği 127 saat filmini blogumda da paylaşmak istedim.

Dağcı Aron Ralston'un başından geçen gerçek bir hikayeyi konu eden filmi izlerken resmen nutkumuz tutuldu.

2003 yılında ABD’de doğa aşığı ve dağ tırmanıcısı Aron Ralston’ın bir kaza sonucu 127 saat boyunca mahsur kaldığı yarıkta başından geçenlerin aktarıldığı filmde aslında bir dram vardı.Ama genel olarak dramların sıkıcılığındansıyrılarak aktarılan bu film gerçekten güzeldi.

Danny Boyle'nin başka filmini izlemedim bugüne dek.(ay ne garip değilmi:P)Lakin bundan sonra kesinlikle bir iki filmini daha izlemek istiyorum.

Imdb'de de 8.2 almış olan bu muhteşem yapıt aynı zamanda 2011 Oscar ödüllerine en iyi film
dalında aday,şiddetle tavsiye ediyorum.

Keyifli hafta sonları olması dileğimle..

4 Şubat 2011 Cuma

Ah Defne..İçimizi Öyle Bir Yaktın Ki..

Maalesef Defne Joy Foster'ı kaybettik.Ani haberle sarsılan Türkiye yine dayanamadı ikinci gününde başladı ahlak hokkabazlığına!Ee burası Türkiye herşeyin ardına iki yazılıp çizilmezse olmaz zaten..!

Bu yazı ve vıkvık olaylarında en sinir olduğum ikili twittlerimden de okunduğu üzere önce Esin Övet ve Hıncal Uluç.

Defne'nin vefat ettiğini öğrendiğimiz gece Saba Tümer Bu Gece programına Pascal Nouma,Jess ve Türkmax'daki bir programın sunucusu iki bayanı davet etmişti.Bu davetlilerden birinin adı da "Esin Övet" idi.Kendisi Defne "Yok Böyle Dans"ta
yarışırken kendini tutamayıp yazılarından birinde azıcık ucundan Defne'ye inceden yazıvermiş.Ve maalesef Defne vefat edince hazır Bu Gece'ye davet edilmişken günah çıkarayım olayına girdi.Kendisi resmen program boyunca kaleme aldıklarının günahını çıkardı durdu.Ve ben de dayanamayıp Saba'ya twitterdan mesajımı yolladım.Tepkimiz mi etkili oldu yoksa Esin hanım zaten içini dökmüşmüydü de daha az söze karışır bir tutum izledi bilemiyorum..

Bununla beraber ahlak irfanı "Hıncal Uluç" da o manasız çıkarımlarıyla verdi veriştirdi.Hani sanki kendisi dürüstlük doğruluk abidesi,tüm Türk halkı gençliğe Uluç'u örnek gösteriyor gibi!Ahkam kestiği o saçma sapan yazısını şayet merak ediyorsanız buyurup şuradan okuyabilirsiniz.Sizde çirkinliğin en acı halini okuyun!!Ben bu yazıya hakikaten çok üzüldüm..

Tabi ki bende savunmuyorum yeni tanıştığı birinin evine giden Defne'nin bu tutumunu.Ama sadece bu kısmı savunmuyorum.Ama bir noktadan çıkıp bi çuval incire de ... sürmek yakışmaz kimseye..

Bilemiyoruz ki belki de Defne fenalaştığı için Altan'ın oğlunun evine gitti.Neticede olayın tek şahidi Altan,o ne diyorsa inanmak zorundayız..Ki zaten 112'yi aramayıp kapı kapı doktor araması da pek garip olmuş..

Herşey bir yana geride kalan Can bebeği düşünerek atıp tutmalı herkes.

Allah günahlarını affetsin diyelim.Neticede Defne gerçekten bıcır bıcır,sevgi dolu ve iyi bir insandı.

Son sorum;bir yanlış tüm doğruları götürür mü??

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...